Quantcast
Channel: dönem dizisi – 22dakika.org
Viewing all 91 articles
Browse latest View live

The Living and the Dead || Tanıtım

$
0
0

Living Wallpaper

Geçtiğimiz Haziran ayında bizlerle buluşan yeni İngiliz dizimiz The Living and the Dead tanıtımına hoşgeldiniz. Dizi doğaüstü temalı bir dönem dizisi-draması. İlk sezonu 6 bölüm sürecek olan dizinin mutfağında Ashley Pharoah, Simon Tyrrell, Peter McKenna ve Robert Murphy var. Yönetmen koltuğunda ise Samuel Donovan ve Alice Troughton oturuyor. Gelin bu diziyi biraz daha yakından tanıyalım.

Living1

KONUSU:

1894 yılının İngiltere‘sindeyiz. Appleby çiftine eski mi eski bir ev ve arazi miras kalır. Bu genç çiftimiz de kendileri için yeni bir başlangıç yapmak ve biraz olsun huzur bulabilmek için miras kalan bu eve taşınmaya karar verirler. Taşındıktan sonra da arazilerinde tarım işi yapmaya başlarlar. Ancak bir türlü huzur bulamazlar. Çünkü kasabada doğaüstü güçler baş göstermeye başlar.

Nathan, Londra‘da psikoloji okumuştur ve her şeyin bilimsel bir açıklaması olduğuna inanmaktadır. Psikologluk yapmayacağına dair kendisine söz vermiş olsa da kasabada olanlar dolayısıyla başı dertte olanlara yardım etmeye çalışır. Ancak bu olaylar oldukça sarsıcı, tehlikeli ve garip bir hal alıyor ve genç çiftimizin evliliğini de yıpratmaya başlar. Bu genç ve parlak çiftimiz huzuru bulabilecek mi?

Living2

KARAKTERLER:

Nathan     Nathan Appleby:

Kendisi Londra‘da psikoloji okumuş ve psikologluk yapmıştır. Ancak oğlunun ve eşinin ölümü kendisini çok derinden etkilemiştir. Bu olaydan sonra işini bırakmıştır. Şimdi Charlotte ile evlenmiştir. Kendilerine miras kalan bu ev ile birlikte yeni bir hayata, tertemiz bir sayfa açarak başlamak istemektedirler. Ancak burada da doğaüstü güçler tarafından rahatsız edilmektedirler.

Nathan Appleby karakterini, hepimizin Merlin dizisinden hatırladığı Colin Morgan canlandırıyor. Merlin‘deki çelimsiz halinden hiç eser olmadığı aşikar.


Charlotte     Charlotte Appleby:

Nathan‘ın güzeller güzeli ikinci eşi. Zor zamanlarında hep Nathan‘ın yanına duruyor. Arazideki ekip biçme işlerinde tüm çalışanlarına yardım ediyor ve bu işi çok seviyor. Yeni başlangıca en çok sevinen kişi diyebiliriz.

Charlotte Applyby rolünde, kalbimi ilk olarak Stonemouth dizisiyle çalan Charlotte Spencer‘ı görüyoruz. Oyuncu ayrıca, Glue dizisi ve Les Miserables filminde de rol almıştı.


Harriet Matthew
Harriet Denning (Tallulah Rose Haddon): Kendisi rahibin kızı ve ilk bölümle birlikte başı birazcık belaya giriyor. Nathan kendisine yardım etmeye çalışıyor. Matthew Denning (Nicholas Woodeson): Kasabanın rahibi. Hayaletlere inanmıyor ancak rahip olduğu için şeytan ele geçirmelerine inanıyor. Hatta birkaç kez şeytan çıkarma yapmış.
Gwen Gideon
Gwen Pearce (Kerrie Hayes): Appleby çiftinin evinde çalışan hizmetçi. Charlotte ile çok iyi anlaşıyorlar. Aralarından su sızmıyor. Charlotte‘un ne zaman başı sıkışsa hemen yardıma koşuyor. Gideon Langtree (Malcolm Storry): Appleby çiftliğinde çalışanlardan birisi. O da Charlotte ile iyi anlaşıyor. Tarım işlerinde Charlotte‘a yardımcı olup ona hafiften işleri öğretiyor.

Tüm kadroya buradan ulaşabilirsiniz.

Living3

SON SÖZ:

Öncelikle belirtmeliyim ki dizi öyle ahım şahım bir yapım değil. Herkese tavsiye ederim de diyemeyeceğim. Çünkü çoğu kişiye hitap etmeyecektir. Ancak buram buram dram kokan dizileri seviyorsanız en azından ilk bölümüne göz atın derim. Beğenirseniz dizinin tamamını izleyebilirsiniz. Çünkü hep aynı seviyede gidiyor dizi.

Birazcık oyunculuklara değinecek olursam; Colin Morgan ve Charlotte Spencer iyi iş çıkarmışlar bence. Öyle göze batan şeyler olmadı. Diğer karakterler de yan rol olmanın gerekliliklerini yerine getirmiş.

Sezon finalini ele alacak olursak, tam ne güzel her şey kapalı bitti ve herkes mutlu mesut takılıyor derken son sahne ile ikinci sezon için bir yol yaptılar. Tabii ikinci sezon olacak mı şu an bir fikrim yok. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.

Tanıtım Fragmanı:

 

Living Ending


BBC1’dan Yeni Dönem Draması: THE MOONSTONE

$
0
0

119571Yine İngiltere taraflarından gelerek ayın programına geç dahil olan bir dizimiz daha var: THE MOONSTONE.

Konusu şöyle:

Bir parti sırasında değerli bir elmas ortadan kaybolur. Doğal olarak ortada bu hırsızlığı yapması muhtemel çok sayıda şüpheli vardır. Karizmatik Franklin Blake (Joshua Silver), eğer hırsızı bulursa güzel ve özgür ruhlu Rachel Verinder’ın (Terenia Edwards) kalbini kazanacağını fark eder.

Hırsızı bulmasında ona yardımcı olması için emekli olmuş ünlü dedektif Sergeant Cuff’ı (John Thomson) ikna eder. Ayrıca güvenilir uşağı Gabriel Betteredge’ı (Leo Wringer) da yanlarına alır ve Londra’dan Yorkshire’a uzanan bir serüvene atılırlar.

first_look_at_the_cast_of_new_bbc_period_drama_the_moonstone

Fragman henüz yok.

Victoria — Tanıtım

$
0
0

all_hail_jenna_coleman_in_brand_new_trailer_for_victoriaBüyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth bir süre önce krallığın en uzun süre tahtta kalma unvanını ele geçirdi ve 63 yılı aşan hükümdarlığını hala devam ettiriyor. Onun ömrü daha uzun olsun da peki o bu unvanı ele geçirmeden önce tepede kim vardı biliyor musunuz? Kraliçe Victoria.

Netflix 4 Kasım’da yayına girecek The Crown ile II. Elizabeth’in hayatını dizi olarak ekrana getirmeye hazırlanırken, İngiliz kanalı ITV de Ağustos ekranına Victoria’nın hayatını anlatan Victoria dizisiyle dahil oluverdi. 8 bölüm süren dizinin ilk sezonu gayet tatmin edici reytingler aldıktan sonra da tabii ki ikinci sezon onayı aldı.

Peki, nasıl bir dizi Victoria?young-queen-victoriaDönem dizisi isminden de anlaşıldığı üzere Victoria’yı ve çevresini merkezine alan bir yapım.

Takvim 20 Haziran 1837’deyken Kral William IV hakkın rahmetine kavuşuyor ve 18 yaşına gireli çok bir zaman geçmemiş genç Victoria taht sırasını kendisine gelmiş buluyor. Çünkü babası ve babasının kendisinden büyük üç erkek kardeşi çok önceden ölmüşler, üstelik bu zamana kadar hiçbirinden geriye canlı bir varis de kalmamış. Babasının tek çocuğu olarak onun varisi de kendisi olmuş. Böylece bir günde genç bir kızın hayatı kökten değişiveriyor.

Dizi olan Victoria, yayın hayatına karakter olan Victoria’nın (Jenna Coleman) tahta geçiş zamanının gelmesiyle giriş yapıp yavaş yavaş ilerlemeye başlıyor. Mesela ilk sezonun sonuna geldiğimizde takvim bu sefer 21 Kasım 1840’ı göstermekte. Sezon boyu dönemin başbakanı Lord Melbourne (Rufus Sewell) ile arasındaki arkadaşlık ve mentorluk ilişkisini, annesiyle olan problemli ilişkisini, genç bir kraliçe olarak değişen hayatına alışmasını, evliliğine giden yolu ve saray hayatını izliyoruz.

Yayına girecek ikinci sezonuyla dizi kaldığı yerin yakın bir noktasından alarak konusunu anlatmaya devam edecek. Şu an için Victoria’nın hükümdarlığının tamamını veya en azından büyük bir kısmını kapsamayı planlayarak yola çıkmış durumdalar.

Lord Melbourne ve Victoria

Dizinin merkezinde Kraliçe ve onun hayatı olsa da sadece bu kadar değil elbette. Başbakan Lord Melbourne ve devam eden sezon içerisinde karşı partinin başındaki isim olarak Sör Robert Peel üzerinden meclise ve ülkenin sorunlarına da giriş yapıyorlar.

Her ne kadar Britanya’da kral ve kraliçeler ülkeyi tam olarak yönetmiyor olsalar da halk üzerinde etkisi olan ve başbakanlar ile belirli süreler içerisinde görüşme yapan kişiler. Üstelik günümüze oranla 1800’lerde etkileri biraz daha fazla. Başa geçen başbakanların Kral ve Kraliçe’nin onayını alması gerektiği kuralı o dönemde de baki bu arada. Dahası Lord Melbourne ile Victoria’nın arasındaki yakınlık nedeniyle burası daha göz önünde oluyor. Bunun dışında Downton Abbey’de olduğu gibi çalışan tayfanın hayatını ve sorunlarını da işliyoruz. Prens Albert (Tom Hughes), Prens Ernest (David Oakes) veya Kral Leopold (Alex Jennings) gibi dış ülkelerden bazı isimler üzerinden de diziye katkı yapılıyor.rexfeatures_5848954dc-e1472654017729Victoria’nın bana göre en büyük artısı özellikle siyaset konu olduğunda çok sıkıcı olabilecek konuları gayet eğlenceli ve insanı bayıltmadan işlemesi. Hatta eğlendiriyor da. Dönemde kadın olmak, bir Kraliçe olsan da soyu devam ettirecek bir insan gibi görülmek, evlenme zorunluluğu gibi konular da en azından ilk sezonda kendisine yer buluyor. Zaten Victoria’nın hükümdarlığı boyuncaki hayatı malzeme açısından bol olduğundan dizinin senaryo kıtlığına girmesi gibi bir durumu olmayacak gibi.

Genel olarak dizi böyle, benim diyeceklerim de sanıyorum bu kadar. Genel olarak beğendim diziyi. Bu tarzda tarihi, özellikle de gerçek hayattan alınma dizileri ben özellikle izlemeye çalışan ve beğenen biriyim zaten. Kadrosu da iyi açıkçası, haklarını vermek gerek. Doctor Who sevenler için Jenna Coleman’ı burada izlemek tatmin edecektir diye düşünmekteyim.

Tavsiye ederim efendim.

Bazı Tırıvırı Bilgiler

  • Başrol Jenna Coleman’ın gözleri kahverengi olduğundan dizi için mavi lens kullanmaktadır.
  • Dizide Victoria’nın hayatının altı sezon boyunca işlenmesi planlanmaktadır ama karakterin ileri yaş döneminde Jenna ile devam edip etmeyecekleri henüz belli değil.
  • Victoria aslında mini dizi olarak planlanmıştı, ilk sezon finali zaten açık da değil. Ama elde ettiği gayet iyi reytinglerin ardından kanal dizinin devamını istedi ve Kraliçe’nin hayatını daha fazla işlemeye karar verdiler.
  • Dizide Victoria’nın köpeği Dash’i oynayan Cavalier King Charles Spaniel cinsi Tori isimli köpek, Emily Blunt’ın başrolünde olduğu The Young Victoria filminde de Kraliçe’nin köpeğini oynamıştır.
  • Jenna Coleman, Lily James, Cara Delevingne, Emilia Clarke ve Chloe Grace Moretz‘nin olduğu kısa listenin içinden sıyrılarak başrolü kapmıştır.

Tutankhamun — Tanıtım

$
0
0

tutankhamun-s01e01Tutankhamun ya da diğer ismiyle Tutankamon Antik Mısır tarihinin yaptıklarıyla pek iz bırakan firavunlarından birisi olmasa da kuşkusuz günümüzün yüzü ve ismi en tanınmış firavunlarından birisi. Bunun başlıca nedeni de elbette mezarının keşfedilmesiyle gelen popülaritesinin ve mezarın sahip olduğu iddia edilen lanetle ilgili tartışmaların hala devam etmesi

Laneti şimdilik bir kenarda dursun, biz mezar kısmına odaklanalım. M.Ö. 1332-M.Ö. 1323 yılları arasında hüküm süren Tutankhamun’un mezarı arkeolojik açıdan uzun zaman önce değil, 1922 yılında Mısır’ın Krallar Vadisi bölgesinde keşfedildi. Firavun’un ölümünden 3245 yıl sonra yani…

İşte ITV de bu keşfin hikayesini mini dizi yaptı. Ekim ekranına dahil olan Tutankhamun, dört bölümlük yayın hayatının sonuna gelerek hikayesini de bitirdi.

c_71_article_1317586_image_list_image_list_item_0_image

“Firavunun mezarına her kim dokunursa ölümün kanatları onu saracaktır” — Tutankamon’un Laneti

Keşfe kadar Mısır’ın unutulmuş firavunlarından birisi olan Tutankhamun’un mezarı arkeolog Howard Carter (Max Irons) tarafından keşfedilmiştir. Birçok meslektaşı tarafından imkansız ve umutsuz vaka olarak görülen bir işe gönül veren Carter’ın yaptığı kazıyı ise dönemin zengin isimlerinden Lord Carnarvon (Sam Neill) üstlenmiştir. Dizi, hikayesini 1905 yılından başlatarak ilerliyor ve ikilinin tanışmasıyla girişi yapıyoruz.

Ancak on yedi yıl boyunca yapılan bir kazının hikayesi yok elimizde. Araya giren ve bütün dünyayı etkileyen bir I. Dünya Savaşı var, o da haliyle kazıyı vuruyor. Dört bölüm boyunca yaşanan zaman atlamaları da cabası. Aynı zamanda Lord Carnarvon’un kazıya eşlik eden kızı Leydi Evelyn’in (Amy Wren) de dahil olduğu karakterler arası ilişkiler de dizide kendisine yer buluyor.

Bir noktadan itibaren de mezarın keşfinin ardından yaşananlara geçiş yapıyoruz. Misal o dönemdeki Mısır bürokrasisi bana göre insana cinnet getirmelikti.maxironsDizide konu ve detaylar bu şekilde yani.

Tutankhamun benim genel olarak beğendiğim bir dizi oldu. Gerçek hayattan uyarlama ve merkezinde gerçek kişilerin olduğu dizileri ayrı bir seviyor olmamın da bunda etkisi var. Tutankhamun’un hikayesinin zaten ilgimi çekiyor oluşu ise diziye başlamış olmamda pay sahibi tabii ki. Bu bakımdan izleyenlerin tatmin olacağını düşünüyorum.

Üstelik arkeolojiye fazla boğmadan veya ilgisi olmayanları sıkmadan anlatım yapmaları da artılarından birisi olmuş. Benim diziyi sevmem ikinci bölümle oldu, ikinci yarısını da daha iyi buldum. Kadrosu ise başta Max Irons ve Sam Neill olmak üzere rollerinin hakkını vermişler. Gerçi dürüst olmak gerekirse ekstradan bir şey yapmalarına zaten gerek de yoktu hani.

Yazıyı kapatmadan önce diziyle alakalı -her ne kadar pek göze batan bir şey olmayan- ufak bir tutarsızlıktan da bahsetmek istiyorum.

tut4

Tutankhamun muhteşem bir şov ama neden Carter daha genç bir adam tarafından oynanıyor? Mezarı bulduğunda 47’sine gelmişti.

Dizide başrolde yer alan Max Irons 31 yaşında ve dizinin hikayesine başladığı yıl olan 1905’te Howard Carter da 31 yaşındaydı. Carter dolayısıyla mezarı keşfettiğinde 47 yaşına gelmişti ve hatta dizi hikayesini bitirdiğinde 48 olmuştu bile. Ancak dizi boyunca Max -nazar değmesin- Irons herhangi bir yaşlanmaya gidilmeden genç haliyle karakteri oynamaya devam etti.

Gerçi dediğim gibi seyir zevkini etkileyen bir konu değil, Max de yapmasını gerekeni yeterince yapıyor. Hikayenin hangi yılda olduğunu bölümler boyu takip etmeye çalışmama rağmen ben bu gerçeğin finali izledikten hemen sonra farkına vardım.

Böyle yani efendim… Diziyi izleyeceklere şimdiden iyi seyirler.

Good Girls Revolt iptal oldu.

$
0
0

good-girls-revolt

İnternet üzerinden yayın yapan Amazon, 60’ların sonlarında geçen dönem dizisi Good Girls Revolt’u 10 bölümlük ilk sezonunun ardından iptal ettiğini duyurdu. Kadrosunda Anna Camp ve Genevieve Angelson gibi tanıdık yüzleri bulunduran dizi, 2. sezonu için kendine yeni bir platform aramayı da ihmal etmeyecek.

Kaynak

İngiliz mini dizisi SS-GB, 19 Şubat’ta başlıyor. || Mini Tanıtım

$
0
0

Alternatif tarih – gerilim türündeki yeni BBC One dizisi SS-GB, Len Deighton’ın 1978’de çıkan kitabından uyarlanıyor. 2. Dünya Savaşı döneminde geçen dizinin senaryosunu Bafta ödüllü Neal Purvis ve Robert Wade (Spectre, Skyfall, Casino Royale) kaleme alıyor.

Dizi, Britanyalı dedektif Douglas Archer’ı merkezine alıyor. Londra’da yayılan insanlık dışı suçlara rağmen Archer, işini yapmaya ve ülkesine hizmet etmeye devam etmeye kararlı biri. Kendisiyle 1941 yılında, Britanya savaşının kaybedildiği ve Nazi işgali altında kalan İngiltere ve Wales’te tanışıyoruz. Direniş devam ederken bir Alman pilotunun İngiliz Direnişi tarafından öldürülmesinin ardından Londra’da tansiyon hiç olamayacağı kadar yükseliyor.

Görünürde basit bir kara borsa davası görünen yeni bir iş için çalışan Archer, göründüğünden çok daha karanlık ve tehlikeli bir dünyaya sürüklenir. Anlaşması güç Amerikan gazeteci Barbara Barga, anahtarı elinde tutan kişi olabilir ama Archer ona güvenmeli midir? Sevgilisi Sylvia, zalim yönetime karşı cesurca ayakta dururken hayatını tehlikeye atmakta ve bu yüzden de Archer bir başka zor seçimle karşı karşıya kalmaktadır. Yanlış taraf için çalışırken kanun ve düzeni sağlama görevinde nasıl başarılı olacaktır? Faşizme karşı olan bu savaşta neleri bile bile riske atacaktır?

Oyuncular: Sam Riley, Kate Bosworth, James Cosmo, Maeve Dermody, Aneurin Barnard, Rainer Bock, Lars Eidinger, Christina Cole, Louis Serkis, Kit Connor, James Northcote.

Fragman:

 

Snowfall || Tanıtım

$
0
0

Uyuşturucu satışı temalı diziler en sevilen suç dramalarının başında geliyor. Bu tarzın birçok örneği olsa da özellikle Breaking Bad ve Narcos izleyicinin beğenisini çok fazla kazanmış ve kalplerini fethetmiş durumda. FX de bu uyuşturucu temasına ayak uydurup karşımıza Snowfall‘u çıkardı. Dizi başlangıçta Showtime kanalına sunuldu ancak ortaya çıkan bazı anlaşmazlıklardan ötürü FX‘e transfer oldu. 2016 yılında da dizinin 10 bölümlük ilk sezonunun siparişi verildi ve 5 Temmuz 2017 itibarıyla ekranlardaki macerasına başladı.

WikipediaIMDbResmi SayfaFacebookTwitter

MUTFAKTAKİLER:

1991 yılında yazıp yönettiği Boyz n the Hood (Artık Çocuk Değiller) filmi ile 24 yaşında Oscar’a 2 dalda aday gösterilen John Singleton dizinin yapımcı koltuğunda oturuyor. Ayrıca Eric Amadio ve Dave Andron da yapımcılar arasında bulunuyor. Dizinin üretimini ise FX Productions, Shoe Money Productions, Groundswell Productions ve Underground Films üstleniyor.

80’lerin Los Angeles‘ındayız. Bu dönemlerde büyük paraların döndüğü özellikle iki sektör var; porno ve uyuşturucu sektörleri. Tabii bu dizimizde bizi ilgilendiren uyuşturucu sektörü. (Diğer sektör için 10 Eylül’de HBO‘da başlayacak olan The Deuce’u bekleyin.)

1983 yılındayız. Kokainin ortaya yeni çıktığı zamanlar. Henüz tam anlamı ile bir dağıtım söz konusu değil yeni yeni başlıyor. İşte bu zamanlarda birbirinden bağımsız dört kişinin bu işin içine girerek kokaini Los Angeles‘ta dağıtmaya çalışmasını ve bu süre içerisinde başlarından geçenleri izliyoruz. Konuyu karakterleri okurken çok daha iyi anlayacaksınız.

KARAKTERLER:

Franklin Saint: Mahallesinde bir markette ufak tefek işler yapıp bir de üstüne dayısının ot dağıtımı işinde çalışıyor. Tek hedefi var o da çok para kazanmak. Bu hedef doğrultusunda kendi kendine işleri büyütmeye karar veriyor. İsrailli bir uyuşturucu dağıtıcısıyla anlaşma yapıyor ve onun için kokain dağıtımı yapmaya başlıyor. Oldukça zeki, kafası iyi çalışan ve kaba kuvvetten ziyade mantığını kullanan birisi. Bu özelliğiyle kendisini kolayca sevdirebiliyor. Karakteri Damson Idris canlandırıyor. Teddy McDonald: Kirli bir CIA ajanı. Kendisinden bir önceki ajan ölünce yerine geçiyor ve ülkeye gizlice kokaini sokup dağıtıcılara pazarlamaya başlıyor. Tabii bu iş sadece uyuşturucu ile kalmıyor, aynı zamanda silah işi ile de ilgileniyor. Genellikle işlerini çok temkinli bir şekilde halletmek istiyor. Ucunun kendisine dokunmasından çok tırsıyor. Bu yüzden daima mantıklı ve zeki davranıyor. Bu rolde Carter Hudson‘ı görüyoruz. Lucia Villanueva: Meksikalı bir suç liderinin kızı. Kuzeni ile birlikte ailesinin haberi olmadan kokain dağıtım işine giriyorlar. Bu iş için bir de kirli işleri halledebilecek bir adam buluyorlar. Lucia kaba kuvvetten önce her zaman mantıklı hareket etmenin peşinde. Ancak son çare olarak kaba kuvveti düşünüyor. Oldukça zeki biri. Bu rolde Emily Rios karşımıza çıkıyor.
Avi Drexler: İsrailli bir uyuşturucu dağıtıcısı. Lüks içinde yaşıyor. Cidden çok korkutucu ve tehlikeli birisi. Kısacası manyağın teki. Yolları Franklin ile çakışıyor ve Franklin‘in zekasına ve cesaretine hayran kalıyor. Avi karakterine Alon Aboutboul hayat veriyor Alejandro Usteves: Kendisi bir gerilla. Amerika dışında bir ormanda çetesi ve çalışanlarıyla birlikte kokaini üretip gizlice ülkeye sokup satmaktadır. Çok dikkat etmeden hemen parayı cebe indirmenin peşinde. Teddy ile çok iyi anlaşamasalar da birlikte iş yapıyorlar. Alejandro olarak Juan Javier Cardenas‘ı görüyoruz. Gustavo “El Oso” Zapata: Meksikalı bir güreşçi. Aynı zamanda ekstradan para kazanmak için bir spor salonunda çalışıyor. O sırada Lucia‘dan bir iş teklifi alıyor. Başlarda mırın kırın etse de işi kabul ediyor. Kabul etmesindeki en büyük sebepler ise sonucunda çok iyi para kazanmak ve Lucia‘ya karşı olan hisleri. Gustavo karakterine Sergio Peris-Mencheta hayat veriyor.
Jerome Saint: Franklin‘in dayısı. Hemen Franklin‘in karşısındaki evde oturuyor ve mahalledeki ot işi ile ilgileniyor. Jerome rolü ile Amin Joseph karşımıza çıkıyor. Louise Saint (Aunt Louie): Franklin‘in yengesi, Jerome‘un eşi. Franklin‘i çok seviyor. Öz yeğeninden ayırmıyor ve bazı konularda kendisine yardım ediyor. Louie‘yi genellikle TV başında reality şovlarını ya da pembe dizi izlerken bulabiliriz. Louie rolünde Angela Lewis‘i görüyoruz. Cissy Saint: Franklin‘in annesi. Oğlunun yaptığı işlerden hiç haberi yok. Tek isteği oğluna iyi bir hayat sunabilmek. Cissy karakterini Michael Hyatt canlandırıyor.
Pedro Nava: Lucia‘nın birlikte iş yaptığı kuzeni. Dışarıdan sert biri gibi görünse de arada tutukluk yapabiliyor. Pedro rolünde Filipe Valle Costa var. Leon Simmons: Franklin‘in en yakın arkadaşı. Boş zamanlarında omzunda müzik seti ile kendisini görebiliriz. Franklin‘in en çok güvendiği kişi. Bazen o da elini pis işlere sokabiliyor. Leon karakterine Isaiah John hayat veriyor. Kevin Hamilton: O da Franklin‘in diğer bir arkadaşı. Ancak kendisini çok fazla göremiyoruz. Genelde Leon ile Franklin birlikte takılıyorlar. Kevin karakterini Malcolm M. Mays canlandırıyor.

Ayrıca tüm kadroya buradan ulaşabilirsiniz.

SON SÖZ:

Tıpkı Narcos ve Breaking Bad dizilerinde olduğu gibi bu dizide de öyle çok fazla aksiyon sahnesine rastlamak mümkün değil. Genelde anlaşmalar, planlar, diyaloglar vb. olaylar ile geçiyor. Ayrıca belirtmek lazım, bu diziden yukarıda belirttiğim iki dizinin seviyesini çok fazla beklememek lazım. Kendi içinde baktığımızda iyi, izlenebilir bir yapım çıkmış ortaya ve çok daha iyi olma potansiyeline sahip.

Çekimler, kıyafetler, çevre düzenlemesi, müzikler, yollarda dolaşan arabalar hepsi dönemi çok güzel yansıtıyor. Oyunculuklar da bence gayet yeterli düzeyde. Tüm oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar. Göze batan bir karakter olmadı şu ana kadar.

Dizi ilk dört bölümü itibarıyla 0,46 reyting ve 1.094 milyonluk izleyici ortalamaları tutturdu. Şu an için onay alabileceği seviyenin çok üstünde. Rahatlıkla onay alıp devam edecektir. İlk sezonun 10 bölüm süreceğini bir kez daha hatırlatalım.

Eli yüzü düzgün, kendince seviyesi oldukça yeterli bir suç draması arıyorsanız Snowfall‘u izlemenizde yarar var. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.

FRAGMAN:

Margaret Atwood’un Kaleminden Yeni Bir Uyarlama || Alias Grace — Tanıtım

$
0
0

Musallat için bir odaya gerek yok, ya da bir eve,
Kendi koridorları var beynin, emsalsiz, sahici…
Derinlerimizde gizlenmiş kendimiz ürkütmeli bizleri en çok,
İçimizde gizlenmiş katiller dururken başka korkuya gerek yok.

– Emily Dickinson

Gerçek karakterlerle kurgu karakterleri güzelce harmanlayan aynı isimli  Margaret Atwood romanından uyarlanan altı bölümlük bu mini dizi NetflixCBC (Amerika – Kanada) ortak yapımı.

Sarah Polley tarafından kaleme alınan ve Mary Harron tarafından yönetilen bu dönem dizisi, işin içinde CBC kanalı da olduğundan Netflix’in genel yayın politikasından farklı olarak haftalık yayınlanacak. Geçtiğimiz hafta 25 Eylül’de ilk bölümü yayınlanan dizi altı hafta boyunca bizimle olacak ve muhtemelen altıncı bölümüyle ekranlara veda edecek.

(Gerçi aynı yazarın başka bir romanından uyarlanan The Handmaid’s Tale dizisinin getirdiği büyük ses sonrası kitaptan bağımsız olarak devam edeceği düşünülürse bu yapımın da mini kalıp kalmayacağı konusunda kesin konuşmamak gerek.)

Aşağıda dizinin konusuyla tanıtıma devam ederken size eşlik etmesi için dizinin kısa giriş müziğini buraya bırakıyorum.

Dizinin merkezindeki Grace Marks, 1843 yılında iki kişiyi öldürmekten ömür boyu hapse mahkum edilmiş ve on beş senedir Kingston Cezaevi’nde yatmakta olan İrlanda göçmeni genç bir kadındır. O dönemlerde kadın katil çok görülen bir şey olmadığından herkesin ilgi odağı haline gelen Grace, cinayet günü ile ilgili hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Suçlu olduğuna inananlar olduğu gibi aslında masum olduğunu düşünen kişi sayısı da az değildir. Aralarında Grace’in masumiyetine inananların da olduğu bir kilise komitesi tarafından serbest bırakılması yönünde bir rapor yazması için Amerika’dan getirtilen bir doktor aracılığıyla Grace Marks’ın şimdiye dek başkaları tarafından yazılmış hayat hikayesini kendisinden dinleme fırsatı bulacağız. Soğukkanlılıkla iki kişiyi öldürdüğü iddia edilen Grace’in zorluklarla dolu hayatını ve cinayet günü olanları onunla beraber keşfedeceğiz.

Dizinin yarı gerçek yarı kurgu karakterlerle bezeli olduğunu söylemiştim. Nasılına gelirsek; dizinin merkezinde izlediğimiz Grace Marks, gerçek bir karakter. Gerçekten de Kanada’da iki kişiyi öldürmekle ömür boyu hapse mahkum edilmiş. Öldürdüğü iddia edilen karakterler ve ana karakterimizin özgeçmişi de gerçek hayattan uyarlama. Kitabın anlatıcısı konumundaki kurgu bir doktor karakteriyle ise kitapta Grace’in geçmişine iniyoruz. İlk bölüm itibarıyla dizinin anlatıcı iç sesi Grace gibi duruyor olsa da gelecek bölümlerde bu değişir mi, doktorumuzun iç sesini de duyar mıyız, bekleyip göreceğiz.

(Diziyi ve kitabı tanıtım için araştırırken, çok derin araştırmalara girmemiş olmama rağmen, Grace Marks’ın hikayesinin nasıl sonuçlandığını öğrenme talihsizliğini yaşamış olduğumdan diziyle ilgili araştırma yapmamamızı öneririm.)

İlk bölüm itibarıyla çok fazla karakterle tanışmamış olsak da dizi genelindeki baş karakterlerden bahsedecek olursak;

Sarah Gadon tarafından canlandırılan Grace Marks karakteri, 1843 yılında daha 16 yaşındayken işverenini ve kahyasını öldürmekten ömür boyu hapse mahkum edilmiş İrlandalı bir hizmetçidir. Duruşma süreci, aklanması gerektiğini düşünen Reformcularla, suçlu olduğunu düşünen Toriler arasında siyasi bir boyuta taşınmıştır. O dönemde birçok erkek kendisine kalbini kaptırmış ve beraati için kayda değer çabalar harcamıştır. Aynı anda hem çıkarcı bir katil, hem de masum bir kurban olarak görülen Grace gizemlerle dolu bir kadındır.

Edward Holcroft tarafından canlandırılan Doktor Simon Jordan karakteri, Grace Marks hakkında rapor yazması için Kingston’a getirilmiş Amerikalı bir doktordur. Kendisini buraya getirilen kilise komitesi onun muayene ve rapor sonuçlarının Grace’in beraatine ön ayak olacağını ummaktadırlar.

Rebecca Liddiard tarafından canlandırılan Mary Whitney karakteri, Grace’in çalışmaya başladığı evde onun gibi hizmetkar olarak çalışan deli dolu bir genç kızdır. Kısa sürede aralarında çok derin bir bağ gelişir ve birbirlerinin en yakın arkadaşı olurlar.

Zachary Levi tarafından canlandırılan Jeremiah/Jerome Dupont karakteri, belli günler Grace’in çalıştığı Parkinson’ların evine gelip onlara tuhafiyelik eşyalar satan yakışıklı bir seyyar satıcıdır. Sıklıkla Grace’e gelecekle ilgili öngörülerde bulunur. Grace kendini ona yakın hissetmektedir.

Paul Gross tarafından canlandırılan Thomas Kinnear karakteri, Grace’in Parkinson’lardan sonra çalışmaya başladığı Kinnear Çiftliğinin sahibidir. Kahyasıyla gönül ilişkisi var.

Anna Paquin tarafından canlandırılan Nancy Montgomery karakteri, Kinnear Çiftliği’nin kahyasıdır. Çiftliğin sahibi Thomas’la gönül ilişkisi vardır. Hizmetkar olarak işe aldığı Grace ile kısa sürede yakın arkadaş olan Nancy, Thomas’ın ona olan ilgisi yüzünden ona gücenmeye ve onu kıskanmaya başlar.

Kerr Logan tarafından canlandırılan James McDermott karakteri, Kinnear çiftliğinde çalışan çabuk öfkelenen bir ahır işçisidir. Nancy’nin konumunu onun üzerinde kullanmasına gücenmektedir.

İlk bölüm itibarıyla yüksek olan beklentilerimi karşıladığını söyleyebilirim. The Handmaid’s Tale ile kıyaslanıp duracak olsa da ilk bölümler olarak ne sinematografi açısından ne de hikaye anlatıcılığı açısından onun çok altında kalmadığını söylemeliyim. Zaten birbirini anımsatmalarını sağlayacak çok fazla öge var. Bunda da bolca feminist düşünceye yer verilmiş. Sarah Gadon iyi bir performans sergilemiş. İlgi çekici bir karakteri oyunculuğuyla daha da ilgi çekici bir karaktere dönüştürmeyi başarmış. Edward Holcroft için ise şimdilik nötrüm. Zamanla bize kendisini sevdirecek karakterlerden olacağına inanıyorum. Zaten bu ikili dışında sürekli görmeye devam edeceğimiz ana karakter olmayacak gibi.

Hikayeyle ilgili henüz bilmediğimiz çok şey olduğunu düşünürsek kalanını izlemek için sabırsızlanıyorum. İzleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler diliyor, okuduğunuz için teşekkür ediyor ve sizi tanıtım filmiyle baş başa bırakıyorum.

Bir kadının akıbeti için
Sabırla, sükunetle beklemek gerek
Adeta nutku tutulmuş bir hayalet gibi beklemek
Ta ki sorgulayan bir ses sessizliğini kırana dek

– Henry Wadsworth Longfellow


Ortada Bir KomeDrama, Sebebi Bir Çürük Yumurta: Desperate Romantics – Tanıtım

$
0
0

BBC‘nin tek sezon süren komedi soslu draması Desperate Romantics‘in tanıtımına hoş geldiniz.

Desperate RomanticsFranny Moyle‘un Pre-Raphaelite Kardeşliği üzerine kaleme aldığı Desperate Romantics: The Private Lives Of The Pre Raphaelites isimli kitaptan uyarlama bir dönem dizisi. Hikaye, 19. yüzyıl ortalarında geçiyor.

Dizi, 3 ressam ve bir yazar olmak üzere 4 kişiden oluşan söz konusu kardeşlik grubu üyelerinin sanat ve aşk hayatlarını konu ediniyor. Lakin kulağa sıkıcı gelebilecek bu konuyu oldukça eğlenceli bir şekilde sunmayı başardıklarını belirtmeden geçmemek gerek. Dram-komedi dengesini çok iyi ayarlanmış. Hikaye su gibi akıyor, her yeni bölüm bir sonraki bölümü arzulatıyor. Bir yandan sanatın resim ve hafiften edebiyat dallarına bir göz atmanızı sağlayan; bir yandan da aşk, tutku ve seks vaat eden; hem çok eğlenceli hem de son derece baştan çıkarıcı; görsel kalite ve sunumdaki başarısıyla da öne çıkan; tek oturuşta bitirmek isteyeceğiniz bir dizi olmuş Desperate Romantics.

Dizi 2009 yazında BBC ekranlarında yayınlanmış, 6 bölümlük tek sezonunun ardından ekran macerasına noktayı koymuş. Ucu açık kalmış bir dizi değil ama. O konuda bir şüpheniz olmasın.

Peter BowkerFranny Moyle‘un da desteği ile dizinin senaristliğini üstlenmiş. Bölümlerin yarısını Paul Gay, diğer yarısını Diarmuid Lawrence yönetmiş. Yapımcı koltuğunda Moyle’a Hilary Salmon eşlik etmiş.

Dizinin bölüm süreleri 57 ile 59 dakika arasında değişiyor.

Kardeşliğin ilk etapta 3 üyesi mevcut. Aralarında edebiyata dair şiir ve düz yazı denemelerinde bulunanlar olsa da sanatta ağırlık verdikleri dal resim. Hikayemize başlarken henüz isim yapamamış üçlümüzün hayali, bir gün büyük birer ressam olmak ve bu sayede şan, şöhret ve bolca para elde edip her açıdan zengin bir hayat sürmek. Ama ilk etaptaki amaçları Akademi adındaki büyük bir sanat camiasına ait galerinin duvarlarını süsleyecek, camianın önemli isimlerinden övgü alacak ve iyi bir paraya satılacak birer resim yapmak. Bu üçlüye hikayemize başladığımız anlarda 4. bir kişi ekleniyor bu arada. Kendilerine bazı konularda yardımcı olacak ve tanınırlık kazandıracak genç bir gazete yazarı 4. üyemiz.

Kardeşlik deyince ve üye sayısı da az olunca akla doğal olarak birbirlerine sonuna kadar destek olan insanlar geliyor. Ama yok öyle bir durum! Karakterlerimizdeki, özellikle de Dante Gabriel Rossetti’deki kıskançlık duygusu, destek değil köstek olma durumunu beraberinde getiriyor. Manipülasyonlar, arka plan anlaşmalar, aldatmalar falan gırla. Başlıkta bahsettiğimiz çürük yumurtamız Rossetti sağ olsun sular hiç durulmuyor. İzlerken ‘Bu kadar da olmaz!’ deyip çok kızıyorsunuz karaktere ama bir yandan da diziyi bu denli izlenir kılanın onun varlığı olduğunu da biliyorsunuz. Entrika konusunda günümüzde geçen dizilerden geri kalmadığı yadsınamaz bir gerçek. Çıplaklık ve seks konusunda da bir ulusal kanal dizisi olduğu düşünüldüğünde fazlaca bonkör davranıldığını da belirtmeden geçmeyelim. 4 karakterimizin aşk ve seks hayatlarında her olup biteni koşup birbirlerine anlatıyor olmalarına anlam veremiyor, ‘Erkek dedikodusunun da bu kadarı?’ demekten kendinizi alamıyorsunuz diziyi izlerken. Rossetti dışındaki karakterlerin saflık dereceleri de çileden çıkarmıyor değil bazen insanı.

Soldan Sağa: Annie Miller – William Holman Hunt – Dante Gabriel Rossetti – Lizzie Siddal – John Millais – Effie Ruskin – Fred Walters

* Yukarıda kendisinden bolca bahsettiğimiz kıskançlıkta ve kibirde son nokta, kendisinden başka kimseyi önemsemeyen, yalancı, manipülatif, utanmaz, arsız, hovarda ve daha birçok olumsuz özellikle nitelendirilebilecek Dante Gabriel Rossetti karakterine Poldark, Being Human ve And Then There Were None dizilerinden yakın olarak tanıdığımız Aidan Turner hayat veriyor. Bu dizinin Turner’ın başrolde veya kadrolu oyuncu olarak yer aldığı ilk dizi olduğunu belirtmeden de geçmeyelim. Rossetti karakteri için de ekibin en yeteneksiz, en çok konuşan ve en çok ön plana çıkmak isteyen ressamı demeden geçmeyelim ayrıca.

* Ekibin en genç ve en çok gelecek vaat eden ressamı olan, asil ve zengin bir aileden gelmesi dolayısıyla maddi durumu Rossetti ve Hunt’a oranla çok daha iyi olan, ama kendisini hiçbir konuda onlardan üstün görmeyen, iyi kalpli, toy bir genç adam olan John Millais karakterini Dirk Gently’s Holistic Detective Agency ve Penny Dreadful dizilerinden tanıdığımız Samuel Barnett canlandırıyor.

* Ekibin en çatlak üyesi, en kolay parlayanı, en safı ve en kolay yönlendirilebileni. Boks yapmayı çok seviyor. Maddi durum olarak da yetenek olarak da Rossetti ve Millais’nin ortasında seyrediyor. Kendisinden bahsediyor olduğumuz ‘Manyak’ lakaplı William Holman Hunt karakterinde Roadies dizisinden hatırlanabilecek Rafe Spall‘ı izliyoruz.

* Ekibe sonradan katılan, asil bir aileden gelen, gazetede yazılar yazan, gelecek vaat eden kardeşlik üyeleri ve onların hikayeleri sayesinde ileride işinde ve camiada ün elde edebileceğini düşünen, son derece naif ve yardımsever bir genç adam olan Fred Walters karakterine Fearless dizisinden anımsanabilecek Sam Crane hayat veriyor.

* Ekibin ve camianın resim ve diğer sanat dalları konusundaki eleştirilerini inanılmaz seviyede önemsedikleri, kendi de resim ve edebiyat dallarında eserler vermiş olan, kardeşlik üyelerinin kendisine yaranmaya çalıştığı, aile hayatında sıkıntılar yaşayan, oldukça soğuk mizaçlı bir adam olan John Ruskin karakterinde The Night Manager, Taboo ve The Company dizilerinden hatırlanabilecek Tom Hollander‘ı izleme fırsatı yakalıyoruz.

* Ruskin’in 5 yıldır evli olduğu ancak cinsel ilişkiye girmeyi tercih etmediği, bu durumdan hoşnut olmayan, el değmemiş, genç ve güzel bir kadın olan Effie Ruskin karakterini Liar, Survivors ve Hex gibi dizilerden aşina olduğumuz Zoë Tapper canlandırıyor.

* Ekibin doğal bir güzelliğe sahip yeni bir model aradıkları sırada karşılarına çıkan, kızıl saçlarıyla dikkat çeken kendi halinde bir terzi olan, Rossetti ve Fred’in kalbinde tanıştıkları ilk andan itibaren naralar attırmayı başaran, daha heyecan verici bir hayat yaşamak isteyen Lizzie Siddal karakterini Outcasts, Atlantis ve Once Upon a Time gibi dizilerden hatırlanabilecek Amy Manson canlandırıyor. 

* Dikkat çekici bir vücut güzelliğine sahip baştan çıkarıcı bir hayat kadını olan Annie Miller karakterinde Vikings dizisinden tanıdığımız Jennie Jacques‘ı izleme fırsatı yakalıyoruz. Dizinin en büyük renklerinden ve neşe kaynaklarından biri Annie karakteri.

Bu 8 karakter dışında küçük rollerde izleme fırsatı yakaladığımız diğer birkaç isim ise şunlar:

* Lizzie’nin kız kardeşi Charlotte rolünde Josie Farmiloe‘yi, annesi rolünde Polly Kemp‘i izliyoruz. Her konuşmasında asil bir aileden geldiklerini iddia etmekten geri durmayan babasına ise Tin Star ve Marcella dizilerinden aşina olduğumuz Ian Puleston-Davies hayat veriyor.

* Ruskin’in en az kendisi kadar soğuk mizaçlı annesi rolünde Georgie Glen‘i izliyoruz.

* Ünlü İngiliz yazar Charles Dickens‘ı ise Friday Night Dinner ve Green Wing’den tanıdığımız Mark Heap canlandırıyor.

Dizinin konuk oyuncu havuzunda Phil DavisPoppy Lee FriarMaimie McCoy ve Samuel West gibi isimler var ayrıca.

En çok sevdiğim İngiliz dizilerinden biri olmayı başaran, oyunculukları, eğlenceli hikayesi, sanata bakış açısı ve görsel başarısı ile dikkat çeken, mutlaka bir şans verilmesi gerektiğini düşündüğüm, bittiğinde ‘İyi ki izledim.’ dediğim bir yapım oldu Desperate Romantics. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.

İzleyecek olanlara iyi seyirler. Bunlar da tanıtım videoları:

Freeform, ünlü Mısır Kraliçesi Cleopatra’yı merkezine alacak dizi projesi için çalışmalara başladı.

$
0
0

Freeform, ünlü Mısır Kraliçesi Cleopatra‘yı merkezine alacak dizi projesi için çalışmalara başladı.

Daha önce birçok filme konu ve figür olmuş olan, güzelliği dillere destan tarihi karakterin hikayesini Code Black ve Intelligence dizilerinin yaratıcısı Michael Seitzman kaleme alacak. Dizi projesi kanaldan onay almayı başarırsa kanalın ilk dönem dizisi olmuş olacak.

Söz konusu dizi projesi 2012 yılında NBC’nin de gündemine gelmiş ama dizi onayı alamamıştı.

Kaynak

The Marvelous Mrs. Maisel — tanıtım

$
0
0

Gilmore Girls yaratıcısı Amy Sherman-Palladino, merakla beklenen yeni dizisini geçtiğimiz sonbaharda bizlerle buluşturdu. 8 bölümlük ilk sezonunu geride bırakan dönem/komedi-drama türlerindeki dizi, 8 bölümlük 2. sezon onayını da başlamadan almıştı. Eleştirmenlerin büyük beğenisini toplayan, Altın Küre ve Critics’s Choice başta olmak üzere birçok ödülü toplamaya başlayan The Marvelous Mrs. Maisel ilginizi çektiyse konusundan bahsedelim:

1958 New York City’sindeyiz. Miriam “Midge” Maisel, kusursuz kocası ve iki çocuğuyla hayal ettiği hayata kavuşmuş bir kadındır. Edebiyat okusa da ev hanımı olmaya ve çocuklarını kendi büyütmeye karar vermiştir. Kocası Joel başarılı bir iş adamı olmasının yanı sıra geceleri küçük stand-up şovlarına çıkıp komedyen olmak için uğraşmaktadır. Midge de onu desteklemektedir fakat Joel’un kendininki gibi pazarlamaya çalıştığı esprilerini aslında komedyen Bob Newhart’tan arakladığını fark eder.

Bir gece, başarısız geçen bir gösteri gecesinin ardından Joel, sekreteriyle onu aldattığını itiraf eder ve Midge’i terk eder. Camiiada saygın yere sahip Yahudi ailesinden destek uman Midge, ayrılıktan kendinin sorumlu tutulduğunu görür. Ailesi onun hislerinden çok komşuların hakkında ne konuşacaklarını dert etmektedir. Çaresiz ve sarhoş  Midge, Joel’un çıktığı sahneye bir anda kendini atar ve kendi mizahi üslubuyla hayatında yeni patlak veren krizle ilgili içinde ne var ne yoksa seyirciye boşaltır.

İzleyici onun bu hoş olmayan durumuyla eğlenmiştir. Fakat gecede bir takım terslikler olur ve Midge kendini kodeste bulur. Burada düşünmek için uzun bir zamanı vardır ve bu sırada seyirciyle iyi bir iletişimi olabileceğini, komedyenlik işinde başarılı olabileceğini fark eder.

Ana karakterlere ve oyunculara göz atacak olursak…

Midge Maisel

4 yıldır rüya gibi bir evliliğe ve yaşama sahip Midge, 1950’lerin ideal Amerikan kadını modelinin kusursuz bir örneğiyken hayatı birden tepetaklak olur. Bir kadın olarak komedyenlik yapmanın bütün olumsuzluklarına rağmen bu işe soyunarak hayatında yeni bir şeyler yapabilmek, toplumun onu koyduğu kalıptan kurtulmak ve tam anlamıyla kendini bulmak istemektedir.

Karakteri House of Cards ile dikkat çeken, The Blacklist ve Manhattan gibi dizilerde de yer alan Rachel Brosnahan canlandırıyor.

Joel Maisel

Joel, Midge ile üniversitede tanışmıştır ve çok kısa bir süre içinde evlenmişlerdir. Öğrencilik yıllarından beri Midge’in komedi dünyasına olan ilgisini artırmıştır. Bu zamana kadar Midge’e komedyenliği ciddi olarak düşündürdüğünü hissettirmemiştir. Karısı şovlar sırasında küçük notlar almakta, hobi olarak bunları tartışmakta ve Midge de onun kendini geliştirmesine yardımcı olmaktadır.

Karakteri Rescue Me ve Boardwalk Empire gibi dizilerde boy gösteren Michael Zegen canlandırıyor.

Susie

The Gastlight adındaki mekanda çalışmaktadır. Midge ile tanıştığında onu komedyenlik içgüdülerinin peşinden gitmesi için ikna eder. The Gaslight Cafe’de sahne alabilmesi için yardım eder ve zamanla çok yakın arkadaşlarından biri olur.

Karakteri Gilmore Girls ve Getting On gibi dizilerde izlediğimiz Alex Borstein canlandırıyor.

 

Rose –Abe Weissman

Midge’in Yukarı Doğu Yakası’nda yaşayan varlıklı anne-babası. Babası Matematik profesörüdür. Annesi Rose ise aile imajına önem veren bir ev hanımıdır. Kızlarını evliliğinden vazgeçmemesi için ikna etmeye çalışırlar.

Monk’tan Tony Shalhoub ile Two and a Half Men ve Speechless gibi dizilerde yer alan Marin Hinkle, karakterlere hayat veren isimler.

Zengin yan karakteriyle ve konuk isimleriyle dikkat çeken dizinin kadrosunun tamamına şuradan bakabilirsiniz.

Amy Sheman ile Dan Palladino’nun kalemine hayran; 1950’ler-60’lar atmosferine, dekoruna, kostümlerine aşık biri olarak merakla beklediğim, büyük hevesle izlediğim bir dizi oldu Maisel. Lorelai Gilmore gibi ta-ta-ta-ta konuşan tatlılık abidesi ana karakteriyle, mizah anlayışıyla Gilmore Girls tadını hafif hafif hissettiğim, diğer konularda da tatmin edici bulduğum ve rahatlıkla tavsiye ettiğim bir dizi olduğunu söyleyebilirim. Sezonlar ilerledikçe izleyenlerin daha çok ısınıp bağlanacağı kült bir yapıma dönüşememesi için şimdilik bir sebep yok.

Seyredecek olan herkese iyi seyirler…

Yazardan konu dışı bir not:
Bu yazı aynı zamanda sitedeki 200. bildirim oldu. Bugüne 
kadar yazılarımı okuyan, beğenen ve yenilerini yazmam
için beni motive eden herkese teşekkür ederim. :)

Channel 4, Emma Appleton ve Luke Treadaway’in başrolde yer alacağı Jerusalem isimli dramaya onay verdi.

$
0
0

İngiliz kanalı Channel 4, Emma Appleton (Clique) ve Luke Treadaway‘in (Fortitude) başrolde yer alacağı Jerusalem isimli dramaya onay verdi.

Dizinin senaryosunu Bathsheba Doran kaleme alacak. Casusluk temalı dönem draması, 6 bölümden oluşacak. Hikaye, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında geçecek. Britanya’nın kendisini yeni dünya düzeni içerisinde yerini tanımlamak için mücadele ettiği bir dönem.

Hikaye, Feef Symonds (Appleton) isimli 20’li yaşlarında genç ve gözü pek bir kadını merkezine alacak. Feef, 1945 yılında Sivil Hizmet hareketine katılıyor. Hayatı için bir şeyler yapma arzusu ailesi tarafından onaylanmıyor. Amerikalı bir sevgilisi var. Feef, kendi hükümetine karşı Amerikalılar için casusluk yapmayı kabul ediyor. Amerikalılar, İşçi Partisi’nin Winston Churchill’ı mağlup edip beklenmedik bir zafer kazandığı o yıllarda İngiltere’de tomurcuklanan sosyalist tutkuların Sovyetlerin elinde oyuncak olmamasını sağlamak gibi gizli bir gündeme sahipler. Feef, bir yandan neyi temsil ettiğini ve ne yapabileceğini çözmeye çalışırken bir yandan da kendisi için ne istediğine karar vermek ve kendi kuralları ile oynamak zorundadır. Çünkü bilgi bir güç haline geldiğinde hiç kimse ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Kaynak

Paramount Network’ün yaklaşan dizisi American Woman’ın fragmanı yayınlandı.

$
0
0

Bu yılın başlarında isim değişikliğine giderek Spike’tan Paramount Network‘e dönüşen çiçeği burnunda kanalın yaklaşan dizisi American Woman‘ın fragmanı yayınlandı:

Daha önce şuralarda ilgili haberlerini paylaştığımız başrollerini Alicia SilverstoneMena Suvari ve Jennifer Bartels‘in paylaşacağı, Cheyenne Jackson ve James Tupper gibi isimleri de kadrosunda barındıracak komedi drama türündeki American Woman aynı zamanda dönem dizisi olma özelliği de gösterecek ve bizi 1970’li yıllara götürecek. Yarım saatlik bölümlerden oluşacak dizinin ilk sezonu 12 bölümden oluşacak ve 7 Haziran 2018 tarihinden itibaren izleyici ile buluşacak.

Açılışı Waco isimli mini dizi ile yapan Paramount Network’ün yaklaşan diğer projeleri ise şunlar: Yellowstone, Heathers, First Wives Club. Kanal ayırca Spike döneminden kalma Lip Sync Battle isimli birbirinden ünlü isimlerin konuk olduğu yarışma/eğlence programını da yayınlamaya devam ediyor.

Bakalım bu yeni kanal Waco ile yakaladığı pozitif ivmeyi yeni dizileriyle de devam ettirip adından çokça söz ettiren kablolu kanallardan biri olabilecek mi?

American Woman – Tanıtım

$
0
0

Bu yılın başlarında isim değişikliğine giderek Spike’tan Paramount Network‘e dönüşen çiçeği burnunda kanalın yeni dizisi American Woman‘ın tanıtımına hoş geldiniz.

GİRİZGAH

Açılışı Waco isimli mini dizi ile yapan Paramount Network’ün 2. sezon başında TVLand’den transfer ettiği Nobodies‘i saymazsak 2. yeni dizisi olma özelliği taşıyan American Woman, 7 Haziran 2018 tarihinde izleyici ile buluştu. Perşembe akşamları yayınlanan ve 2 bölümü geride kalan dizinin ilk sezonu 12 bölümden oluşacak.

İlk bölümünde 0.21 reyting oranı ve 595.000 izleyici sayısı elde eden American Woman, ikinci bölümünde büyük bir düşüş yaşayarak 0.10 reyting oranı ve 357.000 izleyici sayısında kaldı.

The Real Housewives of Beverly Hills isimli reality programından tanınan Kyle Richards‘ın çocukluk yıllarındaki hayat hikayesinden esinlenilerek uyarlanan dizinin yaratıcısı 30 Rock’ın yapımcılarından John Riggi. İlk olarak TVland için düşünülen ve kanaldan deneme bölümü onayı da alan dizinin yapımcı kadrosunda Riggi dışında John WellsJinny HoweKyle Richards ve ayrıca dizide yönetmenlik de yapan Alex Hardcastle gibi isimler var.

Komedi ve drama ögelerini harmanlayan dönem dizisinin ilk bölümünün 23, ikinci bölümünün ise 26 dakika uzunluğunda olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

KONU VE KARAKTERLER

[İlk bölümden ispiyon (spoiler) içerir.]

1970’li yıllardayız. Kadın olmanın günümüze oranla çok daha zor olduğu yıllar. Hem iş hayatında hem de aile hayatında kadının geride durmasının beklendiği, kafalardaki örümceklerin daha seri çalıştıkları yıllar. İkinci dalga feminizm akımının yükselişte olduğu ve cinsel devrimin tam olarak yürürlüğe girmeye başladığı yıllar. Dizimizin kahramanlarının da bu akıma kendini kaptırma zamanı geldi de geçiyor.

Dizimizin ana kahramanı Bonnie Nolan kırklı yaşlarının başında, 16 yıllık evli, 2 kız çocuğu annesi, evlenmeden önce kısa bir süre New York’ta oyunculuk yapmış, evlendikten sonra ise hiç çalışmamış, ekonomik açıdan tamamen kocasına bağlı, zengin bir Beverly Hills kadını.

Miss Match ve Suburgatory gibi diziler ile CluelessBlast from the Past ve Batman & Robin gibi filmlerden hatırlanabilecek olan ve doksanlı yılların başarılı genç oyuncularından biri olarak dikkat çeken ama 2000’li yıllarda kariyeri doksanlı yıllar kadar iyi gitmeyen Alicia Silverstone tarafından canlandırılan Bonnie karakterinin hayatı bir anda değişmek durumunda kalır. Aldatıldığını öğrendikten sonra kocasını terk edecek olan Bonnie bundan sonraki süreçte kendi ayakları üzerinde durup kendisinin ve kızlarının geçimini sağlamak zorundadır. Fakat son 16 yılını bir eli yağda, bir eli balda şekilde çalışmadan ve keyif sürerek geçiren Bonnie’nin zengin hayatından kopması o kadar da kolay olmayacaktır. Bağımsız bir kadın olabilmek için öncelikle bir iş bulmak zorundadır. Elbette üniversite terk, iş tecrübesi olmayan kırklı yaşlarının başında bir kadını işe almak için herkes sırada beklememektedir. 

Kathleen – Bonnie – Diana

Bonnie’nin hayatındaki bu yeni yola çıkarken en büyük moral ve motivasyon destekçileri ise uzun yıllardır çok yakın arkadaşları olan Diana ve Kathleen’dir.

Jennifer Bartels tarafından canlandırılan Diana karakteri, iş dünyasında kadın olmanın zorluklarını çok uzun süredir tecrübe eden bekar bir kadındır. Seksist bir patronla her iş günü mücadele etmek ve kendisini sürekli olarak ispat etmek zorunda olan bir çalışan kadın. ‘Sabrın sonu selamettir.’ düşüncesi ile sabırlı davranmaya devam ediyor her gün. İş dışında kankaları Bonnie ve Kathleen ile takılıp gerginliğini atmayı seviyor. Arkadaşı Bonnie’nin bu yeni hayatına atacağı ilk adımlarda ona karşı son derece destekleyici davranıyor.

South of Hell, Six Feet Under, Chicago Fire gibi diziler ile American Pie serisi ve Loser gibi filmlerden hatırladığımız Mena Suvari trafından canlandırılan Kathleen karakteri ise çalışmayan, son derece zengin, bekar bir kadın. Bu zenginliğinin kaynağı şu an için bilinmiyor. Bir şeyleri kolayca kafaya takmayan, rahat bir kadın. Şu an için en çok önemsediği şey ise erkek arkadaşı.

Ünlü bir firmada kast sorumlusu olarak çalışan, Kathleen’den para koparmaya çalıştığı hissedilen ve eş cinsel olduğunu Kathleen’den saklayan Kathleen’in erkek arkadaşı Greg karakterinde ise American Horror Story ve 30 Rock dizilerinden tanıdığımız Cheyenne Jackson karşımıza çıkıyor.

Bonnie’nin emlak sektörüyle meşgul olan egoist ve bencil kocası Steve rolünde ise Men in Trees, Revenge, Big Little Lies ve Aftermath gibi dizilerden aşina olduğumuz James Tupper‘ı izleme fırsatı yakalıyoruz. 

Bonnie’nin 14-15 yaşlarındaki büyük kızı Becca rolünde Makenna James‘i, küçük kızı Jessica rolünde ise Lia McHugh‘u izliyoruz.

YAZARIN NOTU

Dönem dizilerini seven biri olarak ilk 2 bölümü itibarıyla başından memnun kalktığım, dramasını da komedisini de tadında bulduğum, keşke Paramount Network bir dijital platform olsaydı da dizinin bütün bölümleri şu an elimin altında olsaydı dediğim, her hafta heyecanla bekleyeceğim bir dizi olmuş American Woman. Kadrosu epey iyi, hikayesi su gibi akıyor, görsel açıdan da yeterli. 3 kadın karakterimiz de gayet sevilesi yazılmış ayrıca. Üçünün de hikayesini ayrı ayrı merak ediyorum.

Uzun süredir merakla beklediğim dizinin düşük reytingleri ve IMDB puanı ise hiç mi hiç moralimi bozmuyor. 2. sezon onayı almasa da 12 bölümlük sezonun tadını doyasıya çıkarma taraftarıyım.

Benim dizi ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. İzleyecek olanlara iyi seyirler.

FRAGMAN

The Terror || Orada, Bir Geçit Var Uzakta

$
0
0

Şu sıcak günlerde sizi, iliklerinize kadar donduracak bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. 19. yüzyılın ortasında geçen, o zamanlar için bilinmez kabul edilen zorlu, uzun bir yolculuğa.

2018 baharında AMC bu yeni mini diziyle tanıştırdı bizi: The Terror‘le. İlk sezonunda hikayesini tamamlayan psikolojik gerilim-korku türündeki dizi, Dan Simmons’ın aynı isimli kitabından uyarlama. Ki bu kitap da aslında gerçekte yaşanmış, uzun yıllar gizemini korumuş ve yakın geçmişte çözülmüş bir olaydan esinlenilerek oluşturulmuş yarı gerçek yarı kurgu bir hikaye denebilir. Hikayenin merkezindeki iki gemi, Terror ve Erebus ancak geçtiğimiz yıllarda, kayboluşlarının ardından yaklaşık 170 yıl sonra bulunabildi. Günümüzde Franklin Seferi olarak bilinen bu olayla ilgili detaylı araştırmalar hala devam etmekte.

Diziye dönersek, toplamda 10 bölümden oluşuyor ve bölümler ortalama 45 dk uzunluğunda. İkinci sezon gelirse bile antoloji serisi olduğundan ve ilk sezonun da hikayesi net şekilde kapatıldığından içiniz bu konuda rahat olabilir. Dizinin arkasındaki isim David Kajganich. Dizinin etkileyici, az ama öz müzikleri ise yakın zaman önce vefat eden Marcus Fjellstrom’e ait. Dizinin hem görsel hem de işitsel olarak başarılı giriş videosunu/müziğini buraya bırakıp konusuna geçeyim.

Mayıs 1845’te Kraliyet Donanmasına ait iki gemi, Arktika içinden geçen bir Kuzey Batı Geçidi keşfetme umuduyla İngiltere’den yola çıkar. Zamanının en donanımlı gemileridirler. En son Avrupalı balina avcıları tarafından Arktik labirente girmeden hemen önce Baffin Körfezi’nde görülürler ve sırra kadem basarlar. Bir daha kendilerinden haber alınamaz.

Eylül 1846’dan, yani seferdeki ikinci kışlarından itibaren dahil olduğumuz zorlu şartlardaki bu yolculukta, yüzün üzerinde mürettebat, dondurucu soğukla, kısıtlı kaynaklarla, açlıkla, akıl ve bedenlerinin limitlerini zorlayan hastalıklarla, bitmek bilmeyen gecelerle, giderek yayılan umutsuzlukla, bilinmeze karşı duyulan korkuyla baş etmek zorunda kalırlar. Dünyanın bir ucunda, bir başlarına, kapana kısılmış ve çaresiz hisseden bir grup denizcinin hayatta kalabilmek için doğaya, kendilerine ve birbirlerine karşı verdikleri mücadelenin hikayesidir The Terror.

Kendi yorumuma gelirsem, öncelikle bu diziyi satmamın biraz zor olacağını düşündüğümden ve satabildiklerimin de erkenden bırakabileceğinden korktuğumdan dizide tam olarak nasıl bir şey bulduğumdan normalden biraz daha uzun bahsetmek istiyorum. Okumanızı isterim ki sizi de doğru yerden yakaladığımdan emin olayım.

Son yıllarda kanallar prestij amaçlı dizi yayınlamaya başladığından biri dizilerin genel yapısının bir hayli değiştiğini düşünüyorum. Artık senaristler/yapımcılar sezonu bölümlerden oluşan bir şeyden çok uzun bir film gibi düşünerek tasarlıyorlar. Bu dizi de o tarz yapımlardan biri. Başından sonuna kadar bir roman okuyormuşum da o romanın içine kaptırmışım gibi hissettim kendimi. Çoğu yerinde okumaya doyulamayan kitaplarda olduğu gibi hızlı hızlı tamamlayıp finali görme arzusuyla doluydum. Finali gördüğümde ise keşke kendimi kaptırıp hızlı hızlı izlemeseydim de biraz daha içeriğe dahil olarak kendimi vererek izleyebilseydim pişmanlığı ile.

Çok fazla yer ve kişi adı geçtiğinden ve hikaye ile ilgili hiçbir şey bilmediğimden anlayamadığım, takip edemediğim, anlam veremediğim çok fazla sahne olmuştu. Şu anda hem gerçek hikayeyi hem de diziyi kavramış biri olarak ikinci kez izlerken (ki yarısına geldim) aldığım keyif bir hayli arttı. Arada diyaloglarda seferin öncesine, eski seferlere ya da seferin dizide yer almayan önceki kısımlarına yapılan atıflarla gerekli bilgiler aslında en özet ve anlaşılır şekilde verilmiş. Gerçeğe neredeyse %100 bağlı kalınmış. Arada bilgi olmayan kısımlar da biraz hayal gücüyle doldurulmuş. Arada bunlar olmasaydı keşke dediğim ara konular serpiştirilmiş olsa da onların çok farklı şekilde yorumlanabilmesini sağlayabilecek kapıları başka ara konularla açık bıraktıklarından türü seven her izleyiciye gidebilecek bir şey ortaya koyduklarını düşünüyorum.

Kamera önünde ve arkasında gayet başarılı bir iş çıkarılmış. Yaratılan ortam izleyicinin hikayeye dahil olmasını kolaylaştırıyor. Sinematografi alkışı hak ediyor. Sahnelerinin bir kısmının stüdyoda çekilmiş olduğunu öğrenince hayranlığım daha arttı. Ben kesin tundra iklimi olan bir yerlere taşınmışlardır diyordum. Macaristan ve Hırvatistan’da da bazı dış çekimler yapılmış tabii.

Neyse ben ortaya başarılı bir iş konulduğunu düşünüyorum. İzlerken ilk yarıda hadi artık gir konuya diye diye ittire ittire okuyup farkına varmadan kendinizi içine kaptırdığınız ve bittiğinde bittiği için üzüldüğünüz bir kitap tadı bıraktı bende. Çok daha geniş bir kitleye ulaşamadığı için de üzülüyorum. Umarım çok tutmamış olması yapımcılarını yıldırmaz ve antoloji olarak devam ederler. Kendilerinden aynı bu tonda bir Dyatlov Geçidi Kazası sezonu izlemek gerçekten çok hoşuma giderdi. Kattıkları fantastik soslu ekleme ve yorumlarla o konudan da harika bir yapım ortaya koyacaklarına eminim. İzleyeceklere iyi seyirler dileyip sizleri tanıtım filmiyle baş başa bırakıyorum.

Bu tanıtımdan önce dizi hakkında yapılan yorumları şuradan okuyabilirsiniz. Bundan sonraki kısmı aslında bu konuya Türkçe içerik kazandırmış olmak için diziyi bahane ederek ekledim. Diziden önce okunmasının diziden alınacak keyfi azaltacağı konusunda emin olmasam da hassas bir durum olduğu için öneremiyorum. Ben bilerek izlerken daha çok keyif aldım onu belirteyim. Gerçekte yaşananlara dair bilinenleri öğrenmek isteyenler için güzel bir içerik olacaktır diye düşünüyorum.

Franklin’in Meşhur Kuzey Batı Keşif Seferi’ne Dair Bilinenler

Sarı çizgi: Planlanan Kuzey Batı Geçidi Rotası

Kırmızı nokta: En son görüldükleri Baffin Körfezi (1845 yazı)

Yeşil nokta: İlk kış deniz buz tuttuğunda kışı planlı olarak geçirdikleri Beechey Adası (1845-46 kışı)

Mavi nokta: İkinci kış deniz beklenenden erken buz tuttuğunda buza gömülüp mahsur kaldıkları King William Adası’nın kuzey ucu (1846-47 kışı) (Normalde King William Adası’nın arkasından dolanmaları gerekirken önünden dolanmayı tercih ediyorlar.)

Mor: 1846-47 kışı erken gelmeseydi kış öncesi varmayı planladıkları ve yıllar sonra günümüzde ilginç bir tesadüfle gemilerin kalıntılarının bulunduğu King William Adası’nın güney ucu)

Dizide laf arasında bahsedilen bazı şeylerin altını doldurmak için biraz daha öncesinden başlarsam;

1845 Arktika Seferi öncesi, 1839-1843 yılları arasında 4 yıl süren Antarktika Seferi yapılmış. Hatta dizide de birçok kez ismi geçen James Clark Ross’un liderliğinde ve Sir John Franklin ve Francis Crozier’in de katılımıyla yapılan bu tarihi ünlü yolculukta keşfedilen iki yanardağa daha sonra kayıplara karışan bu iki geminin isimleri verilmiş. Tabii Antarktika’nın İngiltere’nin gözünde Arktika kadar değeri yokmuş. Zaten Arktika’da bir Kuzey Batı Geçidi arayışının temelleri de 16. yüzyıla kadar gidiyormuş. Birçok kaşif bu işe soyunmuş ancak arayışları başarısızlıkla sonuçlanmış. Arktika’yı değerli yapan ise o yıllarda Avrupa ile Çin arasında artan ticaret ilişkileri, ancak aradaki ulaşımın zorluğuymuş. Bu nedenle uzun zamandır kestirme yol arayışındalarmış. Antarktika Seferi sonrası Arktika’ya da yolu kısaltacak bir geçit bulma umuduyla küçük çaplı seferler düzenlenmiş ve hatta en yakın tarihlilerden birkaçının liderliğinde yine Sir John Franklin de bulunmuş olmasına rağmen bu seferler başarısızlıkla sonuçlanmış.

Kraliyet donanması, daha önce Antarktika Seferi’nde de kullanılan biri 19, diğeri 32 yaşındaki iki savaş gemisini güçlendirip Kuzey Batı Geçidi’ni bulması için Arktika’ya göndermeye karar vermiş. Gemileri en güncel icatlarla donatmışlar. Et-erzak stoklarını taze tutması için teneke konserveler, odaları sıcak tutmak için kaynatıcılar, gemiyi sağlam tutmak için demir plakalar, en kalın buzu bile parçalayabilecek güçte buz kırıcı motorlar… Yani herkes bu sefer başarılı olunacağından eminmiş.

İki ara not girersem, Arktika’da 9 ay kış ve 3 ay yaz var. Ama Francis’in de dediği gibi orada yaz mevsimi sadece ismen var. Denizler kışın buz tuttuğunda yazın sadece üç aylığına buz plakları birbirinden ayrılıyor ve gemilerin geçebilmesi için kanallar oluşuyor. Bu sayede ilerleyebiliyorlar. Geri kalan dönemde kanallar kapandığı için yapabilecekleri bir şey yok.

Meşhur seferin liderliğinde Sir John Franklin bulunduğundan seferin ismi günümüzde Franklin Seferi olarak geçer. Franklin’den önce liderlik pozisyonu aslında James Clark Ross’a önerilmiş olsa da kendisi artık böylesi bir sefer için yaşlanmış olduğunu ve eşinden ayrı kalmak istemediğini söyleyerek teklifi geri çevirmiş. (Ki kendisi o sırada 44 yaşındayken, yerine geçen Franklin 59 yaşındaymış.) Başka kişilere de teklif götürülmüş. Geçmişindeki başarısızlar dolayısıyla Sir John Franklin ilk tercihlerden biri değilmiş. Kendisinin lider olarak belirlenmesinde tecrübeden çok, siyasi ilişkilerin etkili olduğu biliniyormuş. İkinci kaptan olarak seçilen Francis Crozier de yine önceki Antarktika Seferi’ne katılmış olduğu için istenmeyerek de olsa çok fazla gönüllü olmadığı için kabul edilmiş. (Francis İngiliz değil de İrlandalı olduğundan sevilmeyen birisi.) Üçüncü yedek kaptan James Fitzjames de yine döneminin popüler sevilen soylularından biriymiş. Sir Frankin ve ikinci kaptanı James sefer konusunda çok umutluymuş. Sadece bir kışı buzda geçirerek seferi tamamlayacaklarını düşünüyorlarmış. Ama Terror’un kaptan Francis aynı fikirde değilmiş. Sir Franklin’in bazı yaklaşımlarından dolayı bir daha geri dönemeyeceklerinden korkuluymuş, genelde depresif bir ruh halindeymiş.

Yolculuğa dönersem, Mayıs 1845’te yola çıkan iki gemiye Grönland’a kadar bir destek gemisi eşlik etmiş ve orada gemilere son bir erzak takviyesi yapılmış, eşlik eden iki gemi mürettebattan yakınları için son mektupları toplayıp geri dönmüş. Temmuz 1845’te iki balina av gemisi, Erebus ve Terror’ü Baffin Körfezi’ni geçerken görmüş ve İngiltere’ye döndüklerinde bunun raporunu vermişler. Her şey planlara uygun ilerliyormuş. Bu, dış dünyayla son iletişimleri olmuş.

Ağustos 1850’de sefere dair ilk izler bulunmuş. İlk kışlarını (1845-46 kışı) geçirdikleri Beechey Adası’nda uzun süreli kamp izlerine rastlanmış. Bu sorunsuz geçen bilinçli olarak durulan noktaymış. Ellerinin altında 3000 kitaptan oluşan kütüphaneleri, ısıtılmış kabinleri, Fortnum ve Mason şirketinin sponsor olduğu erzakları varmış. Kamp kurulan alanın 60 km çaplık çevresine kadar çeşitli yönlerde kızak izlerine rastlanmış. Bu izlerin gelecek yaz için rota araştırma amacıyla Franklin’in gönderdiği ekiplere ait olduğu düşünülmekteymiş. Ancak burada Franklin’in gelecek planlarına yönelik herhangi bir iz bulamamış. Normalde keşif seferlerinde durak noktalarında yazılı doküman bırakmak bir kural olmasına rağmen arkalarında hiçbir şey bırakmamışlar. 600’e yakın boş konserve kutusu ve üç mezar dışında.

1859’da sefere dair ikinci izler bulunmuş. King William Adası’nın kuzey ucunda denizcilerin durumlarıyla ilgili yazılı doküman bıraktıkları raporlama taş kulelerinden birini bulmuşlar. 1887 Mayıs’ta bırakılmış olan bu rapora göre Beechey Adası’ndan ayrıldıktan sonra Peel Sound’a girip güneye varmayı planlıyorlarmış. Ama King William Adası’na bile varamadan kanallar kapanmış ve saplanmışlar. Raporlara göre 1846’nın kışında beklediklerinden daha erken buza saplanmış olsalar da bekledikleri bir şey olduğu için sıkıntı olmamış. Buzların çözülmesini beklerken Sir John Franklin dört bir yana kızaklı saha araştırma ekipleri göndermiş. Zaten güneye giden ekip King William Adası’nın kuzey ucuna varmış ve buradaki bu raporlama taş kulesi bulup durumlarını not düşmüş. Mayıs 1847’de düşülen notta her şey yolunda görülürken yana düşülmüş ikinci notta yazılanlar durumun vahametini ortaya koyuyormuş. İkinci not Mayıs 1848’e yani bir sene sonrasına aitmiş. Değil önceki yaz o yaz bile buzlar çözülecek gibi görünmüyormuş. İki yıldır buzda çakılılarmış. Bu süreçte kaptan Sir John Franklin vefat etmiş, toplamda 9 subay 15 mürettabat kaybedilmiş. Onları neyin öldürdüğüne dair herhangi bir bilgi verilmemiş.

Onları neyi öldürmüş olabileceğine dair ilk kanıtlar 1984’te Beechey Adası’ndaki mezarların açılıp cesetlerin incelenmesiyle elde edilmeye başlamış. Oldukça iyi korunmuş bedenlerden örnekler alınıp incelendiğinde dokulardaki kurşun seviyesinin normalden 6-10 kat daha fazla olduğu görülmüş. Kurşun zehirlemesine neden olabilecek kadar fazlaymış. Beechey Adası’ndaki konserve kutuları incelendiğinde dokulardaki kurşunla eşleştiği görülmüş. Kurşun zehirlenmesi halihazırda sağlıklı kişide etkisiz olabilirken, yorgunluk, kafa karışıklığı, paranoyaya; halihazırda hasta kişide ise ölüme sebep olabilirmiş. Kurşun zehirlenmesinin fizyolojik ve psikolojik etkilerinin çakılı geçen ekstra bir kışın, erzakların azalmasının, kaptanlarının ölümünün yarattığı etkiyle birleşmesiyle gemilerdeki durumun çok daha vahim bir durum aldığı tahmin ediliyormuş. Son düşülen raporda son kısma göre seferin liderliğine Fransiz Crozier geçmiş. Geminin terk edilip yaya olarak Nunavut Nehri’ne doğru hareket edileceği not düşülmüş. 1848 yazında mürettebat kayıkları her türlü erzakla doldurup güneye doğru yola çıkmış.

1859’da rapor kulesini bulan ekip o araştırma sırasında terk edilmiş bir kayığa da rastlamışlar. 600 küsür kg ağırlığındaymış. Bu kayığın içinde bulunanlar kafa karıştırıcıymış. Kitaplar, halılar, çikolata, çay, düğme ve düğme parlatıcıları, gümüş tabaklar… Arkalarında bıraktıkları elle tutulur son kanıtlar bunlarmış.

Yıllar sonra Arktik yerlileri Inuitlerin yaşananlara tanık olmuş olabilecekleri akıllarına gelmiş. O zamana kadar kalanların güney yolunda hastalıktan ve açlıktan öldükleri düşünülüyormuş. Ta ki Inuitlerle iletişime geçilene kadar.

Inuitlerden birçok bilgi öğrenilmiş. Inuitler, King William Adası’nda terk edilmiş bir kamp görmüşler. Burada kurulu çadırlar ve birçok ceset varmış. Nunavut Nehri’ne varma amacıyla yola çıkan ekibin daha yarı yola bile varmadan durmaları için bir neden olmadığından mürettebattakilerin hastalıklarının şiddetinin artmış olabileceği düşünülmüş. İkinci hastalık fikri ortaya atılmış. İskorbüt. C vitamini eksikliğinden kaynaklandığı ve bunun olabileceği öngörüldüğü için gemilere limon suyu stoklanmış olsa da bu stokların bir yıldan sonra etkisiz kalacağı bilinmiyormuş. İlk bulguları zayıflık ve diş etlerinde morarma ve şişmeymiş. Kas içine kanamaya neden olabildiğinden muhtemelen muazzam ağırlıklardaki kayıkları çeken mürettebat bu sırada kaslarını zedelendiğinden kas içine kanamayla yavaşça ölüme yaklaşıyormuş.

Bölge incelenirken kayıklardan birinin ters yöne doğru çekilirken kaldığı fark edilmiş. Francis ve James’in iyice güçsüz düşen mürettebatın daha fazla ilerleyemeyeceğini düşünerek gemiye geri dönmeye karar verdiklerini düşünüyorlarmış.

O dönemde mürettebata dair bir iz bulunamamasının sebebi, aslında çoğu kurtarma seferinde Peel Sound bölgesinin (Somerset ve Prince of Wales Adaları’nın arası) buradan geçilebileceğine ihtimal verilmeyerek es geçilmesiymiş. Yukarıda yeşil ile mavi nokta arasında kalan iki ada arası bölge çok tehlikeli rotalardan biriymiş. İki ada arası buz tuttuğunda diğer bölgelere göre çok daha sert tutarmış hatta karadan ayırt edilemezmiş. Bunu Inuitler çok iyi biliyor olmasına rağmen son raddeye kadar onlarla iletişime geçilmediğinden bu boğaz onlar için ölüm boğazına dönüşmüş.

Inuitler 1850 başlarında yine bir subayın önderliğinde başka bir gruba denk gelmişler. Yaklaşık otuz kişilik oldukça zayıf düşmüş bir grup el işaretleriyle gemilerinin buza çakıldığını anlatmışlar, çok zor durumda olduklarını, aç olduklarını ifade etmişler. Deniz aslanı avlamayı bilmediklerinden sadece kuş avlayabiliyorlarmış. Onlara fok eti vermişler. Adamlar eti kabul edip onları çadırlarına götürmüşler. Ertesi sabah Inuitler ayrılırken mürettebat onları göndermek istememiş, kalmaya ikna etmeye çalışmış. Inuitler böylesi geniş bir kalabalığı sağ tutamayacaklarını düşünerek orayı terk etmişler.

Başka bir Inuit 1850 yazında av sırasında buza çakılı bir gemiye denk geldiğini, içine bakmak için girdiğinde elleri yüzleri simsiyah bir sürü beyaz adam gördüğünü söylemiş. Neredeyse hepsi hastalıktan ölmek üzereymiş. Onu bırakmak istememişler ama daha sağlıklı duran biri gelip ona yardım etmiş. Bu adam ona ileride büyük bir kamp daha olduğunu, oraya asla gitmemelerini söylemiş. Inuitler o zamanlar beyaz adamların neden ayrı ayrı kamp kurduklarına anlam verememiş. Ancak 1994’te yapılan analizler bahsedilen kamp için kan donduran ihtimali gözler önüne seriyormuş. O kampta çadırların içinde, ters dönmüş kayıkların altında, açıkta bir sürü ceset varmış. Birçok ceset bıçaklarla parçalanmış şekildeymiş. Özellikle bir kısmının kafa el ve bacakları gövdelerinden ayrılmış ve bunların kemiklerinde derin bıçak izleri mevcutmuş. Yapılan analizler gruplardan birinin yamyamlık eğilimi gösterdiğini ve gruplarda ayrılmalar olduğunu düşündürüyormuş.

Inuitlerden alınabilen son bilgiler 1851 yılına aitmiş. Kışın dört tane ölmek üzere olan beyaz adama rastlamışlar. Onları yanlarında götürüp beslemişler ve avlanmayı öğretmişler. Bahar geldiğinde adamlardan biri kendisine teşekkür amaçlı kılıç hediye etmiş. 1835 yapımı bu kılıcın üzerinde James Fitzjames yazıyormuş. Inuitler onları en son gördüklerinde Arktikadaki 6. yıllarıymış, evlerine dönmeye çalışıyorlarmış.

Çok uzundu özet geççiler için: İki yazın da çakılı geçirileceği anlaşılınca başta bir bütün halinde güneye yürümeye çalışmışlar. Hastalıktan ilerleyemeyince geri dönmeye çalışmışlar bir kısmı yarı yolda kalmış ilerleyememiş, bir kısmı ise gemiye ulaşabilmiş. Geri dönemeyen yaklaşık 30 kişilik grup adanın güney ucunda açlıktan birer birer ölmüşler. Gemiye dönenlerde ise çaresizlikten yamyamlık eğilimi gösterenler olmuş ve gemiden sürülmüşler, gemiye çok uzak olmayan bir konumda kamp kurmuşlar. Hepsinden geriye kalan son dört kişi ise altı yıldan sonra bile hala evlerine dönmeye çalışıyormuş.

Ortaya atılan fikirler aslında sağlam kanıtlarla desteklenmiş ama yazıda onların ayrıntısına girmek istemedim. Bu haliyle bile yeterince uzun oldu. Bu sitede kaşiflerden Inuitlere birçok kişinin tanık ifadeleri, bulunan kanıtlar, yapılan analizler derlenmiş, evraklar paylaşılmış.

İlgisini çeken olursa diye, aşağıda da Kuzey Batı Geçidi’nin tamamlandığı başka seferler anlatılıyor.

Severek hazırladığım ama bir hayli de zamanımı alan çokça yazı okuyup video izlemek zorunda kaldığım tatmin edici bir şey elde edene kadar çok kez sil baştan yaptığım bir yazı oldu. Yoruldum ama bu konuda çok fazla Türkçe içeriğe rastlamadığımdan buradan olmasa da illaki bir yerden kıymetini bilen çıkacaktır diye düşünüyorum. Sıkılmadan sonunu görenlere ayrıca teşekkürler.


Netflix, Avusturya suç gerilim dizisi Freud’a onay verdi.

$
0
0

Netflix, genç psikanalist Sigmund Freud’un 19. yüzyıl Viyana’sında, bir seri katili izlemek için çığır açan teknikleri kullanmasını anlatan 8 bölümlük Avusturya suç gerilim dizisi Freud’un haklarını aldı. Psikanalizin kurucusu, Viyana’yı terörize eden bir seri katili bulmak için yerel bir polisle işbirliği yapacak. Freud, medyum Fleur Salome ve savaş gazisi, polis müfettişi Kiss ile birlikte katilin izini sürecek.

Avusturya-Almanya ortak yapımı Freud, Avusturya’da devlet televizyonu ORF tarafından yayınlanacak. Netflix ise Amerika, İngiltere, Almanya ve diğer uluslararası pazarlara taşıyacak.

Stefan Brunner ve Benjamin Hessler, dizinin yazarları. Marvin Kren, dizinin yönetmeni ve yardımcı yazarı.

Heinrich Ambrosch ve Moritz Polter (Das Boot), dizinin yapımcılığını üstlenecekler.

Kaynak

 

CBS All Access, yeni bir dramaya onay verdi: Why Women Kill

$
0
0

CBS All Access, yeni bir dramaya onay verdi: Why Women Kill

Desperate Housewives ve Devious Maids dizilerinin de yaratıcısı olan Marc Cherry‘nin yaratıcısı olduğu komedi drama türündeki dizi 3 farklı dönemde geçecek. 60’lı yıllarda yaşayan bir ev hanımı, 80’li yıllarda yaşayan sosyetenin renkli bir siması ve 2018 yılında yaşayan bir avukat olan 3 kadını merkezine alacak. Bu üç kadın da evliliklerinde patlak veren ihanet problemiyle uğraşıyorlar. Dizi, kadınların zaman içerisinde rollerinin nasıl değiştiğini ama aldatılmaya verdikleri reaksiyonun değişmediğini incelemeye çalışacak.

Yapımcı koltuğunda Cherry’ye Brian GrazerMichael Hanel ve Mindy Schultheis eşlik edecek. Bölüm sayısı ise açıklanmadı.

Kaynak

La catedral del mar || Tanıtım

$
0
0

“14. yüzyılda köylüler feodal beylerin tebaasıydı. Üstelik hiçbir yasal hakları yoktu. Haysiyetleri sürekli ayaklar altına alındığından özgürlüğü bulabilmek için kimi şehirlere kaçmaları gerekiyordu. Bu şehirler büyüyor ve soylularla karşı karşıya geliyordu. Barselona’da orta sınıfın yeni yeni doğmakta olan kurumları bir taraftan kralların ve soyluların suistimallerini durdurmaya çalışıyor, öbür taraftan da asırlardır ayakta kalacak yapılar inşa ediyordu. La Ribera bölgesinde bulunan Santa Maria del Mar kilisesini krallar ve psikoposlar değil, halk inşa etti. O rüyayı gerçeğe dönüştürmek isteyen bir adamın öyküsüdür bu.”

La Catedral del Mar, İspanyol yazar Ildefonso Falcones’in 2006 yılında yayınlanan ve aynı zamanda ilk romanı olma özelliğini de taşıyan aynı adlı kitaptan uyarlanan, 14. yüzyılın İspanya’sının feodal sistemini ve derebeylik düzenini anlatan 8 bölümlük bir mini dizidir. Dizideki olaylar, o dönemde Akdeniz’de ticari ve askeri güç olarak önde gelen bir şehir olan Barselona’da, meşhur Santa Maria del Mar kilisesinin inşaatı sırasındaki dönemi anlatmaktadır. Bölüm süreleri ortalama 50-55 dakika civarında olan dizi, yayın hayatına 23 Mayıs 2018 yılında İspanya’nın Antena 3 kanalında başladı ve ardından Netflix’te de yayınlandı.

KİLİSE HAKKINDA

Santa Maria del Mar (Denizin Meryem’i anlamına gelmektedir) kilisesi, bir zamanlar bir Roma amfitiyatrosunun bulunduğu bir alana 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Kilisenin yapımı 55 yıl sürmüştür ve bu süre, İspanya’daki bu tarz kiliselerin yapımı genelde 100 yılı aştığından dönemin şartlarına göre oldukça hızlı yapılan bir yapı olarak kabul edilmektedir. Ayrıca bu kadar kısa sürede yapıldığından kiliseye sadece Katalan Gotik mimari tarzı hakimdir. Basit tasarımı ve gösterişten uzak yapısı nedeniyle insanlara daha huzur veren bir atmosfere sahip olduğu söylenir. Deniz kenarında bulunan ve balıkçılar ile deniz ticareti yapan insanların yaşadığı La Ribera bölgesinde inşa edilmiş olup bütün masrafları halk tarafından karşılanmıştır. Dizide de anlatıldığı gibi denizcilerin sırtlarında taşıdıkları taşlarla büyük emekler sonucunda inşa edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için resmi sitesine bakabilirsiniz.KARAKTERLER

Not: Dizide sürekli zaman atlamaları yaşandığı için bazı karakterlerin çocukluk ve yetişkinlik hâlleri birlikte verilmiştir. İlerleyen bölümlerde başka karakterler de diziye dâhil olmaktadır ancak dizi sadece 8 bölüm olduğundan hepsinden burada bahsedilmemiştir.Bernat Estanyol (Daniel Grao): Derebeylik sisteminde bir çiftçi olarak geçimini sağlamaktadır. Dizinin başında bir grup asker gelip düğününü basarak ona ve ailesine eziyet eder. O da kurtulmak için Barselona’daki kız kardeşinin yanına kaçar.

Guiamona (Nora Navas): Bernat’ın kız kardeşi. Her ne kadar o dönemin şartlarında zor bir şey yapıyor olsa da feodal beylerden kaçan kardeşine kucak açar.

Grau Puig (Ginés García Millán): Guiamona’nın kocası ve Barselona’nın zenginlerinden. Başta karşı çıksa da Bernat’ı yanında kabul eder.Arnau Estanyol (Aitor Luna): Bernat’ın oğlu. Dizinin ilk bölümlerinde kendisinin bebek ve çocuk olduğu zamanları görüyoruz. Ama dizinin en önemli karakterlerinden biri. Dizi çoğunlukla onun hikâyesine odaklı olarak ilerliyor diyebiliriz.

Joan (Pablo Derqui): Hasta annesi ve kendisini istemeyen bir babası olan Joan, küçük Arnau ile arkadaş oluyor ve daha sonra sürekli birlikte takılıyorlar.Aledis (Andrea Duro): Kendisini ilk kez üçüncü bölümde görüyoruz. Arnau’nun yaşadığı yere taşındıktan sonra ona âşık oluyor.

Padre Albert (Tristán Ulloa): La Ribera bölgesinde yaşayan papaz. Arnau’ya çok iyiliği dokunuyor.

Ramón (Andrés Lima): Kilisenin inşaatında çalışan işçilerin başı. Arnau’nun da kilise inşaatında çalışmaya başlamasına o vesile oluyor.YAZARIN NOTU

La Catedral del Mar, internette tesadüfen kitabına denk geldikten sonra öğrendiğim bir dizi oldu. Gerek konusu gerekse farklı bir dilde bir dizi olması nedeniyle şans vermek istedim. Bir dönem dizisi olarak da başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Eski dönemin atmosferini başarıyla yansıtmış dizi, ayrıca İspanya tarihi açısından da bilgilendiriciydi. Tabii ki aşk hikâyeleri ve dram da oldukça yoğundu. Ama dizi de konusu da buna müsait. 8 bölümlük ve kendi ayarında bir çırpıda izlenebilen bir dizi olmuş diyebilirim. Farklı bir şey arayanlar bir göz atabilir.

Schooled – Tanıtım

$
0
0

ABC’nin yeni komedi dizisi Schooled‘un tanıtımıyla sizlerleyiz bugün.

GİRİZGAH

Schooled, ABC’nin 6. sezonu devam eden komedisi The Goldbergs’in uzantı dizisi. Dizinin hikayesi The Goldbergs’ten aşina olduğumuz William Penn Academy’de geçiyor. The Goldbergs’te 77 bölümde yer almış AJ Michalka, 42 bölümde yer almış Bryan Callen ve 22 bölümde yer almış Tim Meadows‘u transfer eden uzantı dizimiz The Goldbergs’in aksine seksenli yıllarda değil de doksanlı yıllarda geçiyor.

9 Ocak 2019 tarihinde ekran macerası başlayan Schooled, çarşamba akşamları saat 8.30’da The Goldbergs’in hemen arkasından yayınlanıyor. Şu ana kadar 4 bölümü yayınlanan Schooled‘un ilk sezonu 13 bölüm sürecek.

Sezonu 1.29 reyting oranı ve 4.821.000 izleyici sayısı ile açan Schooled, ilk 4 bölüm itibarıyla 1.12 reyting oranı ve 4.458.000 izleyici sayısı ortalaması tutturmuş durumda. Henüz 2. sezonu olup olmayacağı belli olmayan dizinin reytinglerinin şu an için kanalın diğer yeni komedisi Single Parents’tan, 2. sezonu devam eden Splitting Up Together’dan, 3. sezonundaki Speechless’tan ve 5. sezonlarını yaşayan Black-ish ve Fresh Off the Boat’tan daha iyi durumda olduğunu ve şu an elde ettiği rakamları elde etmeye devam edebilirse rahatlıkla yeni sezon onayı alabileceğini düşünüyorum.

Schooled‘un yaratıcıları, The Goldbergs’in de yaratıcısı olan Adam F. Goldberg ve yine The Goldbergs’in yapımcı kadrosunda yer alan Marc Firek. Goldberg’i Breaking In ve Imaginary Mary dizilerinin, Firek’i ise Mr. Sunshine dizisinin yaratıcısı olarak biliyoruz ayrıca. Bu ikiliye yazar masasında Kerri DohertyMatt Edsall ve Jimmy Mosqueda gibi isimler eşlik ediyor. Yapımcı kadrosunda ise Firek ve Goldberg dışında David GuarascioDavid KatzenbergDoug RobinsonAndrew Secunda ve Annette Sahakian Davis gibi isimler bulunuyor.

20-22 dakikalık bölüm süreleri bulunan Schooled için kahkaha efektsiz bir iş yeri komedisi diyebiliriz.

KONU

William Penn Academy, içinde ortaokul ve lise öğrencileri bulunan bir okul. Hikayemizi bu okulda işe başlamak üzere olan Lainey Lewis’in ilk iş günü ile açıyoruz. Lainey’nin eskiden öğrenci olduğu okulda öğretmen oluşuna, eskiden öğretmenleri olan kişilerin de yeni iş arkadaşları oluşuna tanık oluyoruz.

Lise yıllarında asi ruhlu bir genç kız olan Lainey, liseden sonra bir müzik kariyeri yapmaya çalışsa da işler istediği gibi gitmemiş ne yazık ki. Bugünlerde geçimini sağlamak üzere yeni bir iş bulma ihtiyacı hissedince The Goldbergs’ten tanıdığımız Beverly Goldberg’in ricasıyla ve okulun müdürü Mr. Glascott’ın onayıyla müzik öğretmeni olarak işe başlıyor William Penn Academy’de. Kurallara bağlı olarak yaşamayan ve disiplini seven bir yapısı olmayan Lainey, öğretmenliğe giriş kitabının olmazsa olmazlarından olan bu 2 özelliğe sahip olmadan bakalım ne kadar hayatta kalabilecek William Penn Academy’de? Kurallara boyun eğip asimile mi olacak yoksa kendini hiç değiştirmeyip asi ruhlu, açık sözlü, eğlenceli Lainey Lewis olmaya devam mı edecek?

KARAKTERLER VE OYUNCULAR

Konu bölümünde kendisinden epeyce bahsettiğimiz Lainey Lewis karakterinde iZombie ve Hellcats dizilerinden aşina olduğumuz Aly Michalka‘nın küçük kız kardeşi olarak da tanıdığımız AJ Michalka‘yı izliyoruz.

İçindeki müzisyen olma hayallerini hala öldürmemiş olan Lainey, bu müzik öğretmenliği işine geçici bir durum olarak bakıyor. Eskiden öğrenci olduğu okulda artık bir öğretmen olmanın psikolojik karmaşasını da hafiften yaşadığını söyleyebiliriz Lainey için.

İşleri kendi bildiği yollardan çözmeye çalışan, yeterince olgunlaşmamış, kafa dengi, öz güven sahibi, eğlenceli bir genç kadın Lainey.

Okulun beden eğitimi öğretmeni ve çeşitli spor dallarındaki takımlarının antrenörü olan Koç Mellor rolünde KingdomIn Plain Sight ve 7th Heaven gibi dizilerden de anımsanabilecek Bryan Callen karşımıza çıkıyor.

Koç Mellor, prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bir adam. Ceket giymesi gereken anlarda bile kısa şortundan vazgeçmeyen, eskiye sıkı sıkı tutunan biri. Sert mizacının arkasında oldukça duygusal bir adam saklı ayrıca.

Okulun müdürü Mr. Glascott karakterine No Activity, Marry Me ve Glory Daze gibi dizilerden aşina olduğumuz Tim Meadows hayat veriyor.

Mr. Glascott, Lainey’nin öğrencilik yıllarında okulda öğretmenmiş. Bir süre önce de müdür olarak görev yapmaya başlamış. Oldukça kibar ve anlayışlı bir adam olduğunu söyleyebiliriz kendisinin. Ayrıca neşeli ve güler yüzlü biri. Lainey’nin yeni mesleğine uyum sağlamasına da elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor.

Okulda İngilizce öğretmeni olarak görev yapan Charlie Brown (Kısa adıyla: CB) karakterini ise Jane the Virgin ve Ravenswood dizilerinden tanıdığımız Brett Dier canlandırıyor.

CB, eğlenceli ve kafa dengi öğretmen olmak için ekstra çaba sarf eden, öğrencileri tarafından epey sevilen bir öğretmen. Oldukça coşkulu, enerjik, güler yüzlü ve az da olsa ukala biri olan CB karakteri diziye 2. bölümde dahil oluyor.

Playing HouseBest Friends Forever ve Accidentally on Purpose gibi dizilerden tanıdığımız Lennon Parham da 2. bölümde diziye dahil oluyor ve tekrar eden bir rolle yer almaya devam ediyor.

Parham’ı okulda ciddiyetiyle bilinen matematik öğretmeni Liz Flemming rolünde izliyoruz.

The Goldbergs’in başrolü Wendi McLendon-Covey de tekrar eden bir rolle yer alan isimlerden biri. Okulu ve Lainey’yi ziyaret ediyor ara ara Beverly Goldberg karakteriyle.

İlk 4 bölümde diziye konuk olan birkaç tanıdık sima ise şunlar: Stephen TobolowskyDavid KoechnerAna GasteyerRob Riggle ve Thomas Barbusca.

YAZARIN NOTU

Gayet güzel gidiyor ilk 4 bölüm itibarıyla dizi. The Goldbergs izlemeyen biri olarak bir rahatsızlık hissettiğimi söyleyemem. Ama Wendi McLendon-Covey uğradığı vakitlerde Lainey-Beverly ilişkisinin altyapısını merak etmiyorum dersem yalan olur elbette.

Bölüm açılışlarını doksanlardan film, klip, afiş vb. görüntüler eşliğinde yapıyoruz. Kapanışlarda ise her bölüm dizide izlediğimiz karakterlerden bir tanesinin gerçek hayattaki karşılığı ile minicik bir sohbet kısmı bulunuyor. Hem açılış kısımlarından hem de kapanış kısımlarından memnunum diyebilirim dizinin.

Başrolde AJ Michalka’yı izlemek oldukça keyifli. Gayet sempatik biri. Diğer ana karakter üçlüsü de ona iyi eşlik ediyor. Konuk oyuncu seçimleri de fena gitmiyor.

Öyle büyük kahkahalar falan attırmıyor ama güzel güzel izletiyor kendini Schooled. Basit, naif ve izlemesi keyifli bir dizi.

Benim diziyle ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. İzlemeye niyeti olanlara iyi seyirler.

FRAGMANLAR

Diziyle ilgili daha önce şu yazının altında yorum yapılıyordu.

Fosse/Verdon — Tanıtım

$
0
0

FX, 9  Nisan’da yeni bir mini diziyle karşımıza çıktı. 8 bölüm sürecek olan Fosse/Verdon, sanatçı bir çiftin zaferlerle ve hayal kırıklıklarıyla dolu hikayesini, 60’lardan 80’lere uzanan bir yolculukla, bolca müzik ve dans figürleri eşliğinde bizlere sunmayı vaat ediyor.

Bob Fosse, küçük yaşlarında dansçılıkla bu sektöre girmiş, Broadway’in en önemli yönetmenlerinden ve koreograflarından biri olmuştur. İlk kez 1966’da çıkardığı Sweet Charity müzikalinin 1987’deki dönüşü için düzenlenen gala gecesiyle hikayeye giriş yapıyor ve dizi boyunca bir kronolojik sıralama olmaksızın, farklı farklı zaman dilimlerine uğrayarak nasıl o noktaya gelindiğine şahit olmaya başlıyoruz.

Bob Fosse işinde ne kadar mükemmel görünse de kaprisli bir sanatçıdır. Eşsiz müzikallere imza atan Bob, beraber çalıştığı insanları fazla zorlayabilmektedir. Benzersiz bir vizyona ve hayal gücüne sahiptir ve bunları alkol, uyuşturucu ve seksle beslemeye çalışmaktadır. Bunlara ulaşırken gücünü ve şöhretini zaman zaman kötüye kullanmaktan çekinmez.

Camiadaki hemen hemen herkesle çok iyi anlaşabilen, arkadaşlarını cesaretlendiren, düşüncelerini karşısındaki kırma korkusu olmadan cesurca belirtebilen, tavsiyeleri önemsenen Gwen Verdon, Broadway’in en ünlü dansçılarındandır. Gwen, yalnızca kocası Bob Fosse’nin koreografilerinin yıldızı olmaktan ibaret değildir. 6 yılda 4 Tonny kazanan yetenekli sanatçı, kocasının başarılarının arkasında tahmin edilenden çok daha fazla paya sahiptir.

Bob Fosse, Broadway efsanesi Sweet Charity’nin Hollywood uyarlamasına girişmiştir. Çocuğunu doğurduğu için uzun süredir sektörden uzak kalan ve yeni dönen karısıyla birlikte ucuz dans salonlarını ve gece kulüplerini ziyaret ederek buldukları dansçılar ve sokaktan buldukları fahişelerle alışılmamış bir oyuncu kadrosu kurmuş, işleriyle dikkat çekmeye devam etmektedir. Kariyerinin zirvesindeki mükemmelliyetçi Fosse, bazı kararların alınma aşamasında kafasının dikine gitmekte, yapımcılarla sık sık çatışmaktadır. Ona sözünü geçirebilen tek kişi; benzersiz vizyonunu çözümleyebilen ve gerektiğinde geliştiren, kocasını yumuşatan ve onun köprüsü olan, daha makul fikirler verip herkesin ortak bir fikirde buluşmasını sağlayan karısı Gwen Verdon’dan başkası olamaz. Bob, onun dışındaki kimseyi dinlememektedir.

İleride Oscar ödülleri dahil büyük başarılara imza atacak olan filmi Cabaret için Almanya’ya giden Bob, burada da her şeyi eline yüzüne bulaştırır. Karısının gelip ortalığı toparlamasına ihtiyacı vardır. Fakat kocasının yanlışları yüzünden kalbi kırık ve yorgun olan Gwen, oraya gitmek istediğinden emin değildir. Kendinin de sallantıda olan ve derhal toparlaması gereken bir kariyeri vardır. Çok sevdiği ama sadakat problemi başta olmak üzere türlü sorunları olan bu zorlu adam için her şeyi feda etmenin yapmak istediği şey olup olmadığı konusunda şüpheleri vardır.

Amerikan eğlence dünyasının çehresini değiştiren bu ilginç ikili, bakalım romantik hayatlarında ve iş birlikteliklerinde neler yaşayacaklar?

Bob Fosse’yi iki yıl önce Oscar kazanan oyuncu Sam Rockwell canlandırıyor. Gwen Verdon’a ise Dawson’s Creek’ten sonra TV’ye uğramayıp sinemada büyük işler başaran, 4 kez Oscar’a aday olan Michelle Williams hayat veriyor.

İki ana karakterin yanı sıra arkadaşları, çalışma ortakları, rakipleri derken geniş bir kadromuz var. Önemlilerine kısaca göz atacak olursak:

Norbert Leo Butz: Başarılı ama huysuz, oyun yazarı ve senarist Paddy Chayefsky.

Aya Cash (You’re the Worst): Gwen’in yakın arkadaşı, eski modern dansçı ve şimdilerde ev hanımı Joan Simon.

Nate Corddry (Mom): Joan’ın kocası, komedi dahisi ve oyun yazarı Neil Simon.

Evan Handler (Sex and the City, Californication): Efsanevi yapımcı ve yönetmen Hal Prince.

Margaret Qualley (The Leftovers): –İlerleyen bölümlerden ispiyon!– Bob, Gwen ile ilişkisi nihayet bir kırılma noktasına geldiğinde, azmiyle ve yeteneğiyle Gwen’in gençliğini ona hatırlatan, çıkışını yapmak üzere olan yeni Broadway dansçısı Ann Reinking ile karşılaşır. Gwen’in yolundan gitmek isteyen Ann, Bob’ın mide bulandıran istekleri nedeniyle bunu gerçekleştirmede epey zorlanacaktır.

Paul Reiser (Mad About You, Stranger Things): Bob’a çeşitli zorluklar çıkaran, Cabaret filmindeki ortağı.

Susan Misner (The Americans, Billions): Bob’ın Gwen’den önceki karısı. Onu koreograf olması için cesaretlendiren kişi.

NOT: İkilinin kızları; oyuncu, dansçı ve yapımcı Nicole Fosse, dizinin mutfağında yer alıyor. Ebeveynlerinin gölgesinde büyüyen, onların istekleriyle kendi kişiliği arasında sıkışan karakteri elbette dizide yer almakta.

Bob Fosse’nin bizzat kendisinin yazıp yönettiği All That Jazz (1979) filmi ya da dizinin uyarlandığı biyografi başta olmak üzere Fosse’nin başarıları daha önce birçok kez ele alınmış. Diziyi onlardan ayıran en önemli şey ise Verdon’ın yeterince ön plana çıkmayan hikayesini eşit derecede vermesiymiş. #MeToo hareketinin ardından bu dizinin ortaya çıkması muhakkak bir tesadüf değil. Genç ve yeni yüzler peşindeki erkek egemen sektörde ayakta kalmaya çalışan, yaş ve cinsiyet ayrımcılığına sürekli maruz kalan, üstüne Bob gibi biriyle evli bir kadının hikayesi, bu dizinin esas konusu dersek yanlış olmaz.

Diğer taraftan ödüllere büyük oynayan bir dizi. Michelle Williams’ın “En İyi Kadın Oyuncu” Emmy’si için bahisleri kapattığını düşünüyorum. Ağır makyaj altında oyunculuklar, ödül töreni klipleri için yazıldığı belli sahneler bolca mevcut ama şimdilik beni rahatsız edecek boyuta gelmediler. Özellikle Michelle Williams’ın çok dozajında oynadığını düşünüyor, kendisine bakmaya doyamıyorum.

FX yakın zamanda 60’lar Hollywood’unun arka planına ışık tuttuğu Feud ve 80’ler balo kültürünün bütün ihtişamını ve görkemini gözler önüne serdiği Pose ile beni çok etkilemişti. Fosse/Verdon gibi sahne sanatlarına dair yeni bir dönem draması için daha uygun bir kanal aklıma gelemezdi. Fragmanlar çıktıkça iyice yükseldim ama ilk bölümden sonra o coşkum devam etmedi. Hayal kırıklığı olarak adlandırmam da haksızlık olur. Diğer her şeye tamamım, şu an izlediğim halini de seviyorum; sadece daha çok dans ve müzik istiyor, çok daha şaşaalı bir diziye dönüşmesini bekliyorum. Bakalım sezonun kalanında beklentilerimi karşılayacak mı?

İlgisini çeken ve deneyecek olan herkese iyi seyirler…

Viewing all 91 articles
Browse latest View live